Ders Kodu: IPKKND101 / Ders Adı: Iss Pyar Ko Kya Naam Doon’a Giriş I

ilk

Bu yazı bir “tanıtım yazısı” olmadığı gibi “övme veya yerme yazısı” da değildir. Yazının başlığında adı geçen diziyle tanışmak isteyenler veya diziyle ilgili yorum okumak isteyenler veya dizinin eleştirisini yaparak diziyi kritik etmek isteyenler “asıl IPKKND yazısı için” lütfen danışmaya tıklayınız… 😉

Bu yazıda, Iss Pyar Ko Kya Naam Doon (Bu Aşka Ne Ad Vermeli) dizisini izlemiş olanlar veya dizinin tamamını izlemese de izlemiş kadar olanlar veya hali daha nice nice olmuş olanlar ile şerbet kaynatıp kapıda lokma döktüreceğiz 😉 Yani bu tanımlamalara uymuyorsanız konuya Fransız kalmanız kaçınılmaz olacaktır >.< Konuya Fransız kalmayanlar, bu “after party” yazısına çekinmeden giriş yapabilirler. 😀  Bilgi notu: After party yazısı ‘spoiler’ demek değildir, ‘spoilerin ağa babası’ demektir…

IPKKND dizisi, bölüm sayısı sebebiyle, görenleri hemencecik korkutan bir dizi… “Girersem çıkamam” hissiyatını iliklerinize kadar hissettiren bir dizi… Cebren ve hile ile bir şekilde başlama kararı aldığınızda da “hızlı ilerlemekle” ilgili kafada türlü türlü planlar yaptıran bir dizi… “Şöyle atlarım, böyle zıplarım ve iki dakikada bitiriveririm 50 bölümü heheyt be ne sandın yılların dizicisiyim!” diye içinizden ikna naraları attıran bir dizi… Ne var ki diziyi finallediğinizde, 398 bölümün tamamını bitirdiğinizde, şu “girersem çıkamam” hissiyatının da çok doğru olduğunu anladığınız bir dizi… Final bölümünü izleyip diziyi bitirmiş olsanız bile diziden çıkış için öyle kolay kolay vize alamıyorsunuz; uzun bir süre gümrük kapısında ‘diziden arta kalanlarla’ takılıp vakit geçiriyorsunuz… Öyle bir dizi işte… İzlemeyenler, anlayamazsınız… 😉

Dizi bitti! Oh! Lakin bu sefer de dizideki sevdiğimiz kısımları tekraar tekraaaar izleme derdi başlıyor! Ne var kiiii 398 bölüm bu gardaaş, boru değil! Oh-hoooo! Dizi kazan biz kepçe; ara ki bulasın sevdiğin sahneleri…

Diziyi kim nasıl izlemiştir bilemiyorum; şahsen ben izlerken sür’atli bir şekilde ara vermeden izlediğim için; dizi bittikten sonra hangi olay neredeydi diye hatırlamam pek mümkün olamadı… Bu noktada youtube videoları sevenlerin imdadına yetişse bile, dizinin sıkıcı kısımlarına takılmadan müfredata uygun bir şekilde “diziyi tekrar yapmak” isteyenler için; ya da dizide sevilen sahnelere ‘nokta atışı’ yapmak isteyenler için “hızlandırılmış tekrar kursu” tadında bir IPKKND Atlası oluşturmanın, bir IPKKND İndeksi yazmanın, bir İçindekiler Kısmı hazırlamanın kaçınılmaz olduğu doğdu gönlüme! 😀 Ya Allah Bismillah diyorum ve söz verdiğim üzere “dizinin ilk 88 bölümü” üzerinden yazmaya başlıyorum… 😉

“Oturayım da bi’ IPKNND atlası yazayım.” diye kolları sıvamadım tabii ki de 🙂 Diziyi izlemeye devam ederken sevdiğim sahnelerin bölüm numaralarını ufak notlarla yanımdaki cep defterine yazıveriyordum. İşte o ‘ufak notları’ burası için yeniden düzenledim…

Bir önceki IPKNND yazımda da belirttiğim gibi, ben 88. bölümden başlayıp 328. bölümden u dönüşü yaparak 1. bölüme geçmiştim. Siz böyle yapmayın, tecrübeyle sabit ki ilk 88 atlanmamalı :/

Bu bir “dizi özeti” yazısı değildir! Konu anlatılmıyor! İzleyen kişinin ‘bir kelimeyle’ hatırlayabileceği şekilde olaylardan bahsediliyor…

üst

1. BölümLucknow… Arnav’ın gözlüğü, Khushi’nin kulağı derken “Hint usulü karakter girişleri” neredeyse tüm bölüm boyunca sürüyor… Khushi ablasının düğünü için epeyce süslenmiş olarak motosikletle Arnav’a doğru yola çıkıyor. Arnav “Ben çok zenginim, biraz da sonradan görmeyim” açıklamalarını yapmış olarak defilede Khushi’yi bekliyor.(Kızı havada kapabilmek için sırt egzersizlerini de yaptı  ama montajda çıkarmışlar o sahneleri 😀 ) Dizi boyunca neredeyse 1456 kere izleyeceğimiz ‘Arnav’ın ablasının düğün günü’ flashbackinin  de ilk izlemesini yapıyoruz. Veeee 3..2..1 Kushi Arnav’ın kucağında! Varan 1! (Evet, bütün dizide ana tema olan “kucağa düşme” olayını saymaya karar verdim~.~) #KushiArnavınKucağındaVaran1 

2. Bölüm: Arnav kızı kucağından fırlattıktan sonra kafasındaki dupattayı da tek bir ayak hareketiyle çekip alıveriyor. Arnav, “Seviyene göre hata yap… Sizin gibi kızlar…” gibi çıkışlar yaparak, Khushi’ye, kendisinden âlâ öküz bulamayacağını, bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini net bir dille ifade ediyor. Efsane olan “Daha terbiyesizleşmeye başlamadım…” repliğiyle birlikte kızın bluzunu yırtıyor hayvanoğluhayvan.

Bluz

3. ve 4. Bölüm: Tapınak… Arnav’ın kafasında beyaz yemeni, Khushi’nin boynunda beyaz dubatta. “Khushi’nin eğitimli dupattalarının Arnav’a dolanma serisi”nin açılışının yapıldığı bölüm… Khushi, Arnav’ın ağzının otunu vermek niyetiyle yolunu kesiyor ama ne hikmetse misyoner tebliği ile babanne nasihati arasında gidip gelen bir konuşma yapıyor adamcağıza… (Kendi ayağıyla tapınağa gelmiş adamı durduk yere şirke zorladı ya hadi neyse ~~)

7. Bölüm: Arnav’ın da dediği gibi: “Delhi’ye gelir gelmez doğrudan benim arabama mı çarptın uyduruk motosikletinle?” Trafik kazası ve arkasından gelen söz dalaşı… Arnav’ın değişmeyen “Sizin gibi kızlar…” repliği. (Kushi de o kadar tanrıdan söz edeceğine bi’ diyemiyor ki; ‘Bizim gibi kızlar derin yara olmuş sende, demek zamanında iyi oymuşlar seni ki unutamamışsınasdfghjklş)

9. bölüm: Khushi Arnav’ın evine ilk kez giriyor. Arnav da evde olmasına rağmen gölgelerin gücü adına birbirleriyle karşılaşmıyorlar…

14. Bölüm: Arnav’ın ofisindeki yangın söndürme fıskiyelerinin çalışmasına sebep olan Khushi; bu olayın hemen akabinde, Arnav’ın arabasının üstünde piknik yaparken Arnav’a enseleniyor. Arnav yine “Senin gibi kızlar…” çıkışı yapıyor. Khushi’nin eğitimli dupattası Arnav’a yetişemeyince Arnav’ın arabasına dolanıveriyor. Arnav dupattayı yırtıveriyor.

16. Bölüm: İşe girdiği ofiste patronun kim olduğunu hâlâ bilmeyen Kushi’yi Arnav tam da kendi çalışma masasının altında sobeliyor. (Şimdi yani Allah için doğruyu söylemek lazım; ilk bölümden beri adam nereye gitse bir şekilde adamın burnunun dibinde bitiyor Khushi. Normalde olsa kızın tam hasta-manyak bir stalker olduğunu söyleriz ama dizi işte diyemiyoruz 😀 ) Arnav kızı camdan aşağıya atıyor, atarken bir de “Ne de olsa düşmek senin fıtratında var!” diye laf sokuyor. (Bence, kız bu sefer kucağına düşmedi diye bozuldu, ondan böyle laf sokuyor 😀 ) Kovulmayı hazmedemeyen Khushi Arnav’a meydan okuyor. Khushi’nin meydan okuması çok zayıf ve temelsiz olmasına rağmen; Arnav’ın bu başkaldırıyı bastırması saniye sürmeyebilecekken; Arnav, tavuk kümesinin kapısını açık görmüş gebeş sansar gibi götüm götüm yanaşıyor Khushi’ye ve 15 günlüğüne kızı kendine köle eden sözleşmeye zorla imza attırıyor. (Çakaaaal, bir de kıza gazla çalışan cihaz muamelesi yapıp “yoksa korkuyor musun” ayağına verdi gazı, verdi gazı!) Meşhur “Welcome to hell!” repiğini de söyledi rahat etti…

masa

19. Bölüm: Khushi’nin ofisteki kölelikte ilk günü. İlk iki iddiayı Khushi kazanıyor. Ofisteki yangını Khushi’nin çıkardığını öğrenen Arnav “Bir yemin ettim ki dönemeeem” diyerek Khushi’yi kovamıyor. Khushi, annemin deyişiyle, kuru göllerde boğularak yine düşmeye yeltenir, bir “tutmasaydım düşüyordun” sahnesiyle Arnav bilekten yakalıyor Khushi’yi.

22. Bölüm: Khushi ofiste ‘takvim çekimi’ için kırmızı sari giyiyor. Veeeeee işte; İlk RabbaVeeee çalıyor, Arnav ilk ‘hattan düşme’sini yaşıyor 😀 (Khushi’nin şalları kesinlikle eğitimli. Sarinin şalı bile Arnav’ı görünce düşüverdi ama bu sefer uzanıp da Arnav’a dolanamadı, kısa geldi herhalde sari şalı.)

24. Bölüm: Otoparktaki yağmur sahnesi.  Arnav Khushi’yi arabadan kurtarmak isterken ‘sarılıveriyor’. Yağmur altında uzun uzuuuun RabbaVeeee… Kushi’yi yağmur altında it gibi bırakıp giden Arnav, arabasından kendini dışarı atıp: “İlk defa bir şeyleri yanlış yaptığımı hissediyorum. Her ne yapıyorsam haklıyım. Öyleyse neden devamlı onu düşünüyorum, sürekli onun yüzünü görüyorum? ASR hiçbir kızı umursamaz!” (Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Kırmızi sari olayı ile otoparktaki yağmur olayı dizide aynı gün gerçekleşiyor. Yani adama daha ilk seferde dayamışınız yüksek doz RabbaVe’yi, sapıtması normal. İyi bari eli ayağı kesilmedi çocuun 😀 )

25. Bölüm: Khushi sabah sabah Arnav’ın evine evrakları götürüyor. Arnav havuzbaşında çiçekleri sulamaktadır. (Manzaraya kop gel ><) Khushi yine düşmeye kalkıyor ama Arnav yine “tutmasaydım düşüyordun” sahnesiyle yakalıyor kızcağızı. RabaaaaVee… Kahvaltı masasında aynı anda hapşırma olayı… (“Tutmasaydım düşüyordun” sahnelerini ‘kucak’tan saymıyorum ama saysa mıydım ki?)

28. Bölüm: Arnav Khushi’yi harabe binadan kurtarıyor. Lakin Khushi, çakma superman Arnav’a görüp görebileceği en büyük atarı yapıyor. Veeee tıp tarihine geçecek şekilde Khushi’nin sadece belden yukarısı bayılıyor! RabbaaaaVeeeeee (Kız az daha ölüyordu, eli-kolu kanlar içinde kalmış; herif hâlâ RabbaVe derdinde O_o#KushiArnavınKucağındaVaran2 (Direk kucağına düşmedi ama olsun.)

Ve benim bu dizide en sevdiğim detaylardan biri olan şu olayın ilk seferi: #KhushininEliArnavınYakasında1 (Khushi’nin bilinci yerindeyken şalları Arnav’a yapışıyor olabilir ama kızın bilinci kapandığı an bizzat kendisi yapışıyor herifin yakasına 😀 )

33. Bölüm: Khushi Arnav’a, Arnav’ın evinde, istifa konuşması yapıyor: “Senin sayende değil sana rağmen iyiyim!” 😀 (Khushi’nin ikinci ve son sağlam atarı bu! Bundan sonra daha da böyle çemkiremiyor Arnav’a. Ee tabii ki bu atarının sağlam olmasının temel sebebi, bu sefer tanrı konusuna hiç girmemiş olması.) RabbaVe çalındı ama pek yeri değildi sanki 😉

37. Bölüm: Bilmem ne festivalinden dolayı herkes tapınakta. Khushi ve Arnav ellerinde tepsi varken çarpışıyor. Yine “tutmasaydım düşüyordun” sahnesi. Tepsideki kırmızı boya ikisinin üstüne saçılıyor. Khushi’nin şalı Arnav’ı görünce yine harekete geçiyor 😀 Arnav istifa günüyle ilgili bi’şeyler demeye kalkıyor ama Khushi bizim oğlanı oracıkta sıcak tezek gibi yığıp bırakıyor. 😀 Bütün ahali ağacın altında çaput bağlayıp maneviyatta level atlar iken; afallamış olan Arnav uzaktan uzaktan, ibadet eden Kushi’yi kesiyor. (cıkcıkcık günah oğlum ayıp 😀 )

38. Bölüm: Tapınaktaki çarpışmanın etkisi ile evinde arpacı kumrusu gibi düşünen Arnav: “Eskiden konuşuyor diye rahatsız oluyordum, şimdi ise suskunluğuna neden tahammül edemiyorum? Bana neler oluyor?

40. Bölüm: Yine bilmem ne seremonisinden dolayı herkes tapınakta. (Khushi’nin de dediği gibi, dinsiz Arnav da niyeyse tapınaklardan çıkmaz olduasdfghj) Khushi oruçlu diye bayılmaya kalktı ama bu sefer belden yukarısı bile bayılamadı. Tıpkı bir vals sahnesiymişçesine kendisini geriye doğru atıp Arnav’ın elini yakaladı 😀 Ama neyse, sonuçta kombo yaptılar: Hem #KushiArnavınKucağındaVaran3 hem de “tutmasaydım düşüyordun” sahneleri peş peşe yaşanıyor… Orucunu suyla bozdurdu diye kendisine çemkiren Khushi’ye Arnav: “Yürümeyi öğren sonra konuş!” (Adam haklı beyler dağılın 😉 )

2014-05-10 031

41. Bölüm: Put önünde tepsi çevirmece, herkesin gözü önünde al gülüm ver gülüm oynamaca 🙂 (Khushi, Arnav’ın Lazanyaya oruç açtırdığını görünce bildiğin kıskanıyor arkadaş ya. 🙂 Ne çabuk.)

45. Bölüm: Khushi “Arnav’la hesaplaşmam bitti, artık rahat etmem gerekirken sanki arkada orada çok önemli bir şey unutmuşum gibi…” diyerek pazar günü putunu almak için ofise gidiyor. Ofisin deposunda, olmuş bir armut gibi, gökten Arnav’ın kollarına düşüyor. #KushiArnavınKucağındaVaran4 (Arnav önce putu yakalamış olabilir ama sonuçta ha Khushi’yi yakalmışsın, ha putunu yakalamışsın; adam akıllı, bonus topluyor 😀 ) (Khushi’nin eğitimli şalları, uzun zamandır Arnav’ı görmediklerinden olsa gerek, depoda anakonda gibi dört bir yandan sardılar herifi 😉 )

46. Bölüm: Arnav kabusu! Kapıyı kırdı, telefonu kırdı, kızı duvara yapıştırdı O_o Khushi’nin tüm korkmasına rağmen “Önce kapıyı aç, sonra konuş!” şeklinde inat etmesi: Bingo! Khushi: “Seni dinlemeyeceğim. Benden de konumumdan da nefret ediyorsun değil mi?! Mutlu ol! Sonsuza kadar gidiyorum buralardan!” Heeheeeey heheheeeyy Rabbaaaaveeeeee Rabbaveeee…

48. Bölüm: Arnav, aşkı anlatan ablasına: “Dediğin gibi bir aşka düşersem onu kendimden uzak tutarım; çünkü ben beynimle yaşarım.” diyor. Ablası: “Nefes alamazsın.” diyor 😀 Eniştesinin tavsiyelerini dinleyen Arnav Kushi’ye yaptığı zulümleri hatırlıyor…Lavanya’nın konağa  girdiği bölüm.

49. Bölüm: Konaktaki yemek masasında Khushi’nin adı geçiyor ve kamera zoom yapıyor: Kızcağıza karşı niyeti bozmuş olan iki erkek, enişte ve Arnav! (Ahahhah manzaraya bak yaasdfghjklşi, hooşt köpek!)

50. Bölüm: Ablasını tapınağa getirme bahanesiyle Kushilerin muhite gelen Arnav, Khushilerin kapısına kilit vurdukları evin önünü pişmanlıktan dilek ağacına çevirecek, az kaldı 😀

55. Bölüm: Arnav, Khushi’yi hatırlatan incileri fırlatırken: “Kaybetmeyeceğim, artık sadece ismi var! Devamlı onu düşünüyorum, görüyorum. Büyüledi sanki.” Khushi partiye sipariş hazırlıyor.

57. Bölüm: Khushi’nin Arnav’a yaptığı “Sonsuza kadar gidiyorum buralardan!” atarından sonra kalkıp adamın gardırobunun içinden çıkması!!! (Yani Arnavcık da n’apsın artık, kendini nerelere vursun. Kızı köyde biliyor, kız gardırobundan çıkıyor, hem de cam kapaklı gardropda ahahhaa) Üstelik Khushi doloptan çıkmaya çalışırken yine bir “tutmasaydım düşüyordun” sahnesi var 😀

Havuz başında, ilk köşeye kıstırmaca… “Terbiyesizlik ediyorsun!” “Çünkü bir tek terbiyesizlikten anlıyorsun!” O_oO zaman da çaresizdim şimdi de çaresizim.” Khushi halhalını koyverdi de gitti 😀 (Şu damat olayı bütün “ilk buluşma” heyecanını dağıtıyor püff 😦 )

59. Bölüm: Büyükannenin Khushi ile Lavanya’yı kıyaslaması… Ama höğh yani o nasıl kıyaslama asdfgh ‘Eşeğin kulağına su kaçırmak’ dedikleri bu olsa gerek…

61. Bölüm: Ablandan daha değerli kimse yok mu?’ sorusuna “hattan tamamen düşerek” cevap veren Arnav’a ‘wuuuuğğhuu’ diyorum! (Yavaş gel de yanların ağrımasın 😛 Ne çabuk sevmiş la 😀 )

63. Bölüm: Büyükanne, ‘Khushi’yi evde işe alma’ fikrinin tohumlarını Anjeli’nin bilinçaltına ustalıkla ekiyor. “Arnav, orjinal Hint kızını görünce çakma kızla aradaki farkı anlar.” diyor yaşlı başlı teyze 😉 Arnav parti tatlılarının zararını karşılıyor lakin Khushi’yi evdeki ilk iş gününde elektrikler de gitmişken görünce dumura uğruyor ve ilk kelimesi: DEFOL!

65. Bölüm: Arnav kovduğu Khushi’yi parayla geri getirtir, ama kızın önündeyken yedi sülalesinden bir güzel azar yer 😛 Arabadaki emniyet kemeri sahnesinden sonra, dizi boyunca Arnav’dan bol bol duyacağımız şu talihsiz repliğin ilk söylenişi: “Her şey senin yüzünden!“… Khushi, ablasının dizinde ağlayan Arnav’ın içindeki insanı ve sevgiyi görüyor… (Şahsen ben göremedim, Khushi öyle dedi diye yazdım -.-)

66. Bölüm: ‘Köyden indim şehre’ modunda takılan Khushi, Arnav’ın ‘birlikte yaşadığını’ öğreniyor ve -ne haddineyse artık- bayaa bir yaygara yapıyor. “Arnav’la konuşmak hoparlörün önünde konuşmak gibi!

67. Bölüm: Arnav, Khushi’nin konakta işe girerken “Arnav’ın suratını görmeme” şartı koyduğunu öğreniyor. (Muhahhaha! 😀 Ne bozuldu ama kerkenezzzz)

68. Bölüm: Bilmem ne töreni için baharat almaya çıkan Arnav telefonda Khushi’yle tartışıyor. Eli kolu tören eşyalarıyla dolu olan Arnav’ın kucağına, kapıdan girer girmez, bir adet Khushi düşüyor. #KushiArnavınKucağındaVaran5  Arnav yine “Para ödeyin, bunun gibi kızlar o zaman mesaiye kalır!” çıkışı yapıyor. “Güzel hayatım boşa harcanıyor.” 😀

70. Bölüm: “Koldaki tereyağ” işaretini kabul etmeyen tanrıtanımaz Arnav’ı binbir türlü dolap çevirerek ayine getirten Khushi’nin işgüzarlığı…

71. Bölüm: Gece geç saatte Khushi’yi eve bırakan Arnav Khushi’ye güzeelce hesap soruyor. Khushi çok cırlayınca da arabadan atıyor. (Arnav’a da hayvan mayvan diyoruz lakin ben olsam bu kadar hadsizliğe, densizliğe karşı arabadan atmakla yetinmeyip arabayla üstünden de geçebilirdim. Ama Arnav yine gitti çamur içindeki Khushi’ye elini uzattı yane, aşk işte O_o Khushi buralarda cidden çok sinir bozucu.) Aklı Kushi’de kalan Arnav olay yerine tekrar geri dönüyor ama nafile…

72. Bölüm: Khushi intikam serisine geçiyor… (Söylemezsem çatlarım: Arabanın benzin deposuna şeker koyarsanız araba aynen çalışmaya devam eder, hatta performansı artar bile. Diğer bilgiler şehir efsanesidir.)

73. Bölüm: Arnav aksiliklerin kaynağını çözüyor ve intikam yeminini ediyor: “Yine nereden geldiğini unuttun alçak zihniyet, öyle bir hatırlatacağım ki!” (Ben Arnav’ın tarafını tutuyorum. ~.~)

74. Bölüm: Arnav, odasına kırık laptop getiren Khushi’ye hatırlatmayı yapıyor: “İhanet kalıtsal. Hizmetçiden özür dilenmez!” (Bu oğlan böyle kibirlendiğinde biri de çıkıp şuna ay götüm demiyor ya…içimde kalıyor…)

75. Bölüm: Şiddetli sağanak halinde hakaret yağdırdığı Khushi’ye kıyıdan kıyıdan yanaşmaya çalışan Arnav, Khushi tarafından, sıcak çayla göğsünden haşlanıyor. Kushi,  havuz başındaki Arnav’ın yanına gidiyor ve yediği tüm herzeleri ağlaya zırlaya itiraf ediyor; bir yandan da ne kadar salyası sümüğü varsa dupattasına siliyor. O_o  Arnav gülümseyerek izliyor.

76. Bölüm: Lavanya ve Khushi keçi vasıtasıyla yakınlaşıyor. Khushi: “Sizin birlikteliğiniz için her şeyi yaparım, bu benim işim.” Kulak misafiri olan Arnav… Arnav’ın yanağındaki izi silen Lavanya; kıskanan Khushi… RabbaVeeee 🙂 (İlişkilerin etik kalabilmesi için Arnav’ın bu bölümlerde Lavanya’dan ayrılması gerekirdi ya hadi niysaa -_- )

77.  ve 78. Bölüm: Kısa bir süre için bile olsa Khushi hırsızlıkla suçlandığı için vicdanı rahatsız olan Anjali, Arnav’a, ‘Khushi’ye başından beri anlayışsız davrandık.‘ deyince içi titreyen Arnav’ın yanık göğsünde Khushi patlar! Khushi’nin küpesi adamın göğsüne takılır, sonra da sümüklü şalı adamın gömlek koluna takılır: RabbaVe’nin dibi artık! (‘İyi misin?‘ diye soran Arnav’a şok olarak bakan Khushi’ye soruyorum: Adam 2 saattir gözlerinde yüzüyor, adeta içine düştü de şimdi buna mı şaşırdın bacım ya asdfgh!)

Duvağı kim kafana örterse o, senin kocan olur.” düsturuyla Arnav’ın dötünün kılı gibi davranmaya başlayan Lavanya vesilesiyle duvak Khushi’nin başında patlıyor. (Pembe duvaklı Khushi‘yi görünce Arnav o kadar güzel hattan düşüyor ki herife ettiğim evvelki hakaretlerimi şimdilik geri alıyorum 😛 Lakin duvak muvak ayağına kızı bakarak eskittin be Arnav. Biraz az bak bari de yarına da kalsın 😀 İnsan bu da nihayetinde kalbi tansiyonu felan vardır…)

İki kız konakta basbaya fantezi dünyası oluşturdular: Yatakta, Arnav’ın fotosu ellerinde iken, müzik eşliğinde dans ederek yastık savaşı yapan kızlar… Ve bu “koşarken obua çalan kızlar“ı basan Arnav: “Bu orta sınıf kızla yaşıyor gibi davranıyorsun!” (Egoya gel! Adamı ikna etmek için evde maaşlı eleman çalıştırıyorlar. Evlenmezsen evlenme len! Sana iyi bi’ sopa çekseler bunlara hiç gerek kalmaz ya niysa. Gerçi bu dayak işini ilerde damat hallediyor değil mi 😀 )

Arnav Lavanya’dan evlenme teklifi alır. Fakat Lavanya, dünyanın en saf-salağıymış gibi, ağzından Khushi’yi düşürmeyerek eder teklifi… Khushi’nin annesi ve babası geldi.

79. Bölüm: Evlenme teklifi sebebiyle çıldıran Arnav Khushi’nin evini arıyor. Lakin Kushi yine onun lafını dinlemiyor 😀 Sonra da Arnav Lavanya’yı reddedip Khushi’den intikam yemini ediyor. Evin içinde Khushi’yi sıkıştırıp azarlamak isteyen Arnav’ın mutfakta suratına un kovası patlıyor. Arnav’ı atlatmak için konağın salonunda bayılma numarası yapan Khushi’ye şapşal gibi su götürüyor Arnav 🙂  (Lavanya’nın Kushi’ye ‘Arnav bana değil sana kızgın‘ demesi kişisel saflıklar-saçmalıklar tarihine geçebilir.)

80. Bölüm: Arnav evde kimse yokken Kushi’yi havuz başında sağdan soldan çeviriyor. Güzel güzel sırasıyla hakaretlerini ediyor. Cesarete gelen Khushi yine saçma sapan tanrı-evlilik dırdırlarını yapıyor. (Kızım adam gibi cevap verip yığ şunu olduğu yere yahu, nedir böyle seksenlik neneler gibi tanrı da tanrı!) Khushi “Karaktersizsin!” deyip yürüyüp gitmeye kalkar ama Arnav yeni(?) bir bilek koparma sahnesiyle Khushi’ye karaktersizin kelime anlamını öğretmeye kalkınca Khushi ağlar. (Onu yürek yemeden önce düşüneceydin caanım -.- ) Khushi’nin mor bilekleri… (Dizideki erkek şiddetinden içim şişiyor he…yeri değil işte susuyorum) Akıllara ziyan elektrik kesinti sahnesi… Arnav’ın düşen kızı değil, mum tutan kızı kurtarması… (Böyleceeee “Arnav’ın kucağına düşme hakkı“nın öyle herkese verilmediğini, tapusunun Khushi’de olduğunu öğreniyoruzzzz 😀 )

81. Bölüm: Yarım kaldığını sandığımız ‘tapınaktaki kuş bırakma sahnesi’… (Hintli senaristler kurgu yapmışlar, yani Hint dizi senaryolarını robotlar yazmıyormuş asdfghjklş…) Khushi’nin, Arnav’ın odasına gidip, Arnav’a ana-babası için yaptığı anlamsız başsağlığı çıkışı… Arnav’dan “Sen beni anlayamazsın!” temalı fırça seansı… (Ne bağrıyorsun be kıza!) Fırçayı yiyen Khushi ağlayınca: “Bu numaralar bana sökmez, maaşını artırmam.O_o

82. Bölüm: Arnav, Khushi’nin yetim olduğunu Anjali sayesinde kendinden iğrenerek öğrense de henüz bir şey yapamadı… (Baba-anne-Shyam sahneleri arttığı için bölümler hıphızlı ilerliyor 😉 )

83. Bölüm: Arnav Kushi’den özür dileme pratikleri yaparken pambık gibidir ama yine de özür dileyemez… Khushi işe gelmez… (Pencerede bekleme sahnesi ekleyeydiniz de az keyifleneydik 😀 ) Telefonda Khushi susmaz ki Arnav konuşsun… Arnav Lavanya’ya artık it gibi davranıyor. (Onun da niyeyse zinhar gıkı çıkmıyor. Lavanya’ya ilk cemre hâlâ düşemedi!)

84. Bölüm: Parti alanındaki çardakta Khushi hayat hikayesini anlatıyor; Arnav da kızın kollarını morarttıktan sonra ilk özrünü diliyor. Khushi’nin deyişiyle: “Bu bir özür mü yoksa altın madalya mı?”

85. Bölüm: Khushi’nin morarmış kollarını saklayan dupatta Arnav’ın dosyasına takılarak açılıyor; Arnav ikinci özrünü diliyor.

86. Bölüm: Khushi Lavanya’yı gelin kılığına sokup Arnav’ın odasına koyuyor ve böylece çifti birbirine düşürmüş oluyor. (Kendi de odada kalıp gitmiyor, bir de köşeye sandalye atıp izleyeydin bacım.) Lavanya evi terkedince Arnav’dan Kushi’ye: “Hepsi senin yüzünden…

88. Bölüm: Khushi, Arnav ile Lavanya’yı barıştırmak için ofiste Arnav’a yalvarırken ağlıyor. Arnav: “Bu kızın gözyaşları neden beni rahatsız ediyor! Damn it!…” Khushi, Lavanya’nın adına, Arnav’ın ofisini yeşillikle doldurup bir de intihar notu iliştirince çiftimizi barıştırıveriyor. Lakin çiftimizin kavuşma sahnesinde gözyaşlarını tutamıyor ve bu zamansız akan gözyaşlarına hem Arnav hem de Kushi’nin kendisi bir anlam veremiyor… 😀

89. Bölüm: Khushi Arnav’ı görünce kulakları duymaz, gözleri görmez oluyor… Tek gördüğü Arnav, tek duyduğu ise kalbinin sesi 🙂 Khushi’nin göz kırpmalarına maruz kalan Arnav’ın feleğinin şaşması… 😀 Arnav salonda gazete okurken Khushi’nin arkadan yanaşıp yanaşıp durduğu sahne 😀  

90. Bölüm: Bilmem ne ayini için konağa doldurulan çocuklarla körebe oynayan Khushi Arnav’ı ebeler 😀 (Lakin Khushi bu bölümde Arnav’ı cidden delirtti, adam bu bölümde de tiskinmediyse bu kızdan daha da tiskinmez 😀 )

sarı

**88 bölümü düz hesap olsun diye 90’a tamamladım; işin benden yana olan kısmını bi-tir-dim miiii bitirdim elhamdülillah! Zira bu yazıyı yazıp taslaklara atalı neredeyse 10 ay olmuş O_oBugünün işini yarına bırakmak” konusunda lisans derecesi yapmışım adeta…

**Aradan geçen bunca zaman sırasında “dizinin hastası olan izleyiciler” kategorisinden ne zaman ayrıldığımı anımsamıyorum… Lakin, şimdi yazıyı yayınlamadan önce, yazıya tekrar göz atarken bazı bölümleri gidip yeniden izledim filan… Güzelmiş be, eğlendim yeniden 😀 Yani diyorum ki…

…yarım kalmasın, amme hizmeti olsun, MİM OLSUN, temiz olsun…

Bu sebeple:

__Dizinin geri kalan bölümlerini “atlaslandırmaları” için; bu diziyi izlemiş olduklarını bildiğim blog yazarlarından Miss Nefertiti‘yi, Kore Delisi‘ni ve Bunu Sevdim‘i mimliyorum. Eğer diziyi izleyen başka tanıdığınız-bildiğiniz blog yazarları varsa haber veriniz efenim, davet açıktır…

__Yazmak için 90-100 bölüm kimisine çok gelebilir; o sebeple: 40 bölümün altına düşmeyelim ki ‘tuz parası’na dönmesin, 100 bölümün üstüne çıkmayalım ki ‘başkasına da kalsın’… 😀 Yazmaya karar verenler, niyetlendikleri bölüm aralığını aşağıya not düşerlerse tekrara düşülmemiş olur. (Bir tam tur dönüldükten sonra tekrara da dönülür belki kim bilir 😀 )

__Şahsen en başta niyetim sadece ‘olayları hatırlatan anahtar kelimeler’ kullanıp “gerçek bir dizi indeksi” yazmaktı; ama yazarken resmen çenemi tutamadım, beceremedim… Yazdığım 90 bölümü bir karışlık sayfaya da sığdırabilirdim aslında ama…olamadı işte… ;( Artık herkes kendi üslubunca…

__İndex’i yazacak olan sevgili blog yazarları;                  #KushiArnavınKucağındaVaran5 ve #KhushininEliArnavınYakasında1 etiketlerini kaldıkları yerlerden sizlere emanet ediyorum 😀

Veda Notu:

Bütün diziye bakıldığında; en aşksız, en heyecansız, en eğlencesiz kısımların benim payıma düştüğünü görüyorum açıkçası… Ben de isterdim; Kushi’nin ablasının evlendiği bölümleri ya da Arnav’ın Khushi’nin peşinde kuyruk gibi gezdiği bölümleri v.b. bölümleri yazıp çayda çıra oynamayı… Tüm eğlenceli kısımlar size kaldı, kıskançlıklarımı sunup ardından da “nasip” diyerek susuyorum 😉 Kendime bir “bonus bölüm” hediye ederek hem hevesimi alıyor hem de veda ediyorum… Eyvallah 😉

Bonus Bölüm “174. ve 175. Bölüm”: Beni çok mu özledin; beni çok mu merak ettin, hımmmm demek öyle…” cilveleriyle Khushi’yi devamlı köşeye sıkıştırmaya çalışan Arnav, Kushi’nin elindeki kınada “A” harfini de görünce eğlence zirve yapıyor ve tam seyirlik oluyor 😀 Tüm bunların üstüne Khushi ablasının bileziğini havuza düşürüyor… Havuzbaşının ıssızlığından faydalanıp, iddia middia ayağına Khushi’yi daha da köşeye sıkıştıran Arnav’ı bir sonraki gün aynı yerde, hem de herkesin gözü önünde, bu sefer Kushi köşeye sıkıştıyor 😀 Böylece Arnav’ın ablasına ve ninesine de ilk cemre düşmüş oluyor elhamdülillah 😛  

**DEV GİBİ BİR EDİT**: Ben bu yazıyı yayımlayalı 7 ay olmuş… 7 ay çok uzun bir süre olmasa da  bu zaman zarfında köprünün altından ne sular akmış ne gemiler geçmiş neler neler olmuş… Iss Pyaar Ko Kya Naam Doon dizisinin namı diyar diyar gezmiş dolaşmış da Türkiye’de de kendine ses bulmuş bile. IPKKND dizisi Türk kanallarında yayınlansın diye dizinin fanları evvelden epey etkinlik yapmışlardı zaten. Kendilerine direk müracaat edilmiş olmasa da, bu uzaklardan gelen RabbaaVeeee nidalarına kulak veren Türk kanalı KANAL7 olmuş. IPKKND dizisi, BİR GARİP AŞK ismi ile hafta içi her gün saat 16:00’da Kanal 7 de Türkçe dublajlı olarak 9 Kasım 2015 tarihi itibari ile yayınlanmaya başlamış bile. Diziyi Türkçe dublajlı olarak Bir Garip Aşk adı altında takip etmek-izlemek isteyenler dizinin resmi sayfası için şuracıktan tıklayabilirler:) İyi seyirler Türkiye, haydi Rabbeve’niz bol ola…    

Ben dizinin aslını izlemiş biri olarak ve normalde de filmleri-dizileri orjinal dillerinde izlemeyi seven biri olarak şahsen dublajlı halini takip etmeyeceğim. Amma velakin dizi Kanal 7 ekranlarında bildiğin HD yahu! Görünce gözlerim açıldı resmen 😀 IPKKND dizisinin sevdiğim sahnelerini HD olarak, hem de büyük ekranda, Bir Garip Aşk adı altında izlemeye elbette tavım 😉

**Dedikodu Editi**: “Dizi çok aldı yürüdü, önünü alamadık” diyen Hint yapımcılar diziye, dizinin orjinal oyuncularıyla, özel bir bölüm çekmektelermiş şu günlerde… Olur yani bence, çok da güzel olur 😀 😀

son dans

29 Yorum

Filed under Diziler yola çıktı geliyor...

Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım-2

Sosyal Medya

“Son Dakika” işinin suyunu çıkarmakla meşgulüm… Seul uçağının kalkmasına 20 saat kaldı kalmadı, ama ben hala bilgisayar işlerini bile bitiremedim:'( Ağlamaya vaktim yok ama sızlanmaya vaktim var>.< #seoul #2014

Son yayınladığım yazı olan Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım-1‘i az evvel okuyunca bildiğin şaşırıp kaldım kendi yazıma; o günden beri köprünün altından ne çok sular akmış  böyle… Çoktaaaan mazide yerini aldı bile o günler…

“Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım” yazı serisini ‘günceli yakalayabilmek’ adına başlattığımı serinin ilk yazısında da söylemişim zaten. Lakin an itibari ile görüldüğü üzere bunu başaramamışım, artık o ayrı konu 😀

Ee ama 3-4 ay ne taslaklara ne de güncele ilişip yazı yazamadıysam daha da hiç mi ilişemeyeceğim? Yok canım… Yakaladığım yerden fili tarif etmeye başlıyorum ben… Tutabilene aşk olsun 😉 …

Bu yazıyı yazma sebebim olan ‘güncelim’ de eskimeden geleyim güpgüncel konuma:

Geçen yıl İstanbul’da “İstanbul-Gyeongju World Culture Expo 2013” düzenlendiğinde arkadaşlarla bir iki noktadaki etkinliğe katılmıştık… Eminönü’nde kurulan “Kore Kültür Pavilyonu”nun en sonundaki alanda renkli not kağıtlarına dilediğini yazıp iplere asabildiğin bir çardak oluşturulmuştu. Buradaki çardağa ek olarak, dijital ortam aracılığıyla bir Koreliyle eşleştirilip sana rehberlik yapması sağlanıyordu. Ülke olarak tabii ki ya Kore’yi yada Türkiye’yi seçebiliyorduk… Tüm Expo boyunca en çok gülüp eğlendiğimiz alan burası olmuştu 😀 Kah bize rehber olarak seçilen kişiler, kah benim gezmek için Kore’yi değil Türkiye’yi seçmem, kah yazdığımız notlardan dolayı, kah milletin yazıp astığı notlardan dolayı gözlerimizden yaşlar akana kadar gülmüştük… Güzel gündü 😀

sergi

Ben yazıp ipe astığım notu çoktaaaan unutmuştum. Taa ki arkadaş “Hep bize dersin büyük konuşma diye puhahhaha, pavilyonda yazdığın not da senin büyük konuştuğunun kanıtıdır!” deyip de eski fotoları gün yüzüne çıkarana dek…

Mazi1

‘Kafanızda şapka gibi duran saç modeli’ modanız sona ererse Kore’ye gelebilirim… Yoksa GongYu’yu buraya yollayın, bi’ onun için gelemem.

 Fotoyu görünce güldüm ama terso bi’ durum yok yani; aynen ben 😀 Yine olsa yine aynı şeyleri yazabilirim ama sanırım Gong Yoo’nun ismini orada gaza gelip yazmışım, yoksa onun hatırına bile olmaz yane><  Bi’ de herhalde gülmekten beynime az oksijen gitmiş o ara, o ne biçim cümle öyle yahu başı ayrı oynuyor dibi ayrı oynuyor :p

Bugüne kadar, Kore piyasasına aşina olan çevremdekilerden tutun da bu piyasaya komple yabancı olan çevremdekiler de dahil olmak üzere nerdeyse herkes, Kore ilgimden dolayı bana “yakında oraya da gidersin” diyerek laf çarpmışlardır. Eeee zaten eminim bunu herkescikler yaşıyordur 😉 Bu laf çarpmalara en başından beri benim de cevabım  hiç değişmemiştir: “Kore’de görülecek pek bir şey yok ki, o kadar para verip niye Kore’ye gideyim, onun yerine Japonya’ya giderim…” demişimdir hep. K-drama çevrem karşı çıksa da bu fikrim hep sabitti… Aslında hala sabitte işte bakmadızzzzt

Öyleydi böyleydi şöyleydi derken, Kore’ye orda burda burun kıvırır iken kendi yazgımda artık nasıl bir “büyük konuşma anaforu” oluşturduysam, iki dakikada ben daha gık diyemeden, keser döndü sap döndü hesaplar tamamen tersine döndü ve kendimi 8 Ekim günü Seul’e giden uçağa tıpış tıpış binerken buluverdim 😀

“Nasıl oldu?” diye soranlara “Okulumun desteklediği bir çalışmam Kore’de yapılacak olan kongreden kabul edildi; hocalarla birlikte Kore’ye gidiyoruz; çalışmamı sunacağım.” dediğimde anam-babam bile bana inanmadığı için kimseye daha da böyle açıklama yapmıyorum ama buraya da bi’ kere yazmış olayım da belki inanan olur… Şahsen böyle bir açıklamayı ilk duyduğumda sanırım ben de inanamazdım bana 😀 Herkesin ortak tepkisi: Sen ayarladıııın di miiiii?! >< Yok bak cidden bendıızzzt

24 Ekim’de sağ salim bir şekilde ülkemize geri döndük elhamdülillah. O “sağ salim”in altını boşuna çizmedim, Kore’de ki sayılı günlerimizde o kadar sık sık ‘belayla burun buruna geldik’ ki şimdilerde hatırladıkça şaşırıyorum yaşananlara… Ee tabi güvenli bölgeye ulaştığım için şimdi eğlenceli geliyor yaşananlar ama oradayken biraz diş dişe vurmuştuk ><

Seul’e adım attığımız ilk gün otele Kore polisinin ekip otosunda gitmek zorunda kalmamızdan mı başlasam yoksa Jeju’da Hallasan dağının içlerinde gece 5’de mahsur kalmamızdan mı başlasam bilemiyorum…

Aslında niyetim,  bloğa Kore’deyken güncel olarak her gün yazmaktı ama alışkanlıklar bâki kalır dedikleri bu olsa gerek, yine her şeyi defterime yazmış bulundum… Bilgisayar üvey evlat neticede:p

Olan oldu; madem öyle oluverdi ben de “Güney Kore’den Defterimde Kalanlar” diye yeni bir ‘seri başlığı’ açıp defterime yazdıklarımı geç de olsa üvey evladıma da yazayım bari dedim…

Yani aslında bu bir trailer yazısı olmuş oldu 😀

Yakında… :p

Dipdibe Not: Söylemeye utanıyorum ama sıradaki yazı hâlâ IPKKND yazısı… Unutmadım… Silmedim… Hala yarısı yazılmış bir şekilde bekliyor taslaklarda…

Meraklısına Not: Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım-1 yazısında bahsettiğim dizi orucumu, Ramazan bayramından yaklaşık 2 hafta kadar sonra, Kore’den Cunning Single Lady dizisi ile Hindistan’dan da Saraswatichandra dizisi ile açmış idim… Cunning Single Lady dizisi ‘en sevdiklerim’ arasına yerleşti bile:D Joo Sang Wook komple karizma olarak doğmuş olmalı anasından, yahu bebek olmuş olamaz o adam ama niysaaaa ya konu o değil şimdidızzzt♥♥ 

Yorum bırakın

Filed under Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım

Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım-1(*)

28 Haziran’dan bugüne Ramazan ayı başlayalı 14 gün oldu bile…

Bu 14 günde pek çok kere;enjoy

#RamadanKareem  dedik

#رمضان المبارك dedik

#JoyeuxRamadan dedik

#행복라마단 dedik

#HappyRamadan dedik

#благословилРамадан dedik

#SelamatRamadhan dedik

#مبارک رمضان dedik

#FelizRamadan dedik

#मुबारक रमजान dedik

#RamadanMubarak dedik

#幸せラマダン dedik…

Daha da önemlisi “Ramazan, hoş bir alışkanlık kazanmak veya verimsiz bir alışkanlıktan kurtulmak için tüm zamanların en iyi zaman dilimidir!” dedik…

Tüm bu söylenenlerin sonu, tabi ki de, dönüp dolaşıp,  benim “beyhude zaman geçirmemde kilit nokta olan dizi ve filmler”e bağlanıyor… Geçen yıl Ramazan ayında dizi-film orucuna da niyetleyip elhamdülillah başarmıştım da… Hatta Ramazan bayramının bir ay kadar sonrasında bayaaaa bi’ şamata çıkararak dizi-film orucumu “The Master’s Sun” ile açtığımı bile hatırlıyorum 😀 😀 Şimdi gel gör ki bu Ramazan neredeyse bitti gidiyor ama ben hala bu iradeyi ortaya koyamadım… 😦

Bir “söz”e veya bir “niyet”e kaç kişiyi şahit tutarsan o sözü bozman, o niyetten cayman o kadar zor olurmuş…

Ben de işte tüm bu mekanlardaki kalabalıkların şahitliğini kendime bahane ederek şuna niyetliyorum ki:

    ❤ Bu gece sahur vakti çıkmadan, imsak atmadan; bugün izlediğim Agneepath filmini sahurluk bilerek, bu yılki dizi-film orucuma başlamaya ve Ramazan bayramından evvel bu oruca iftar ettirmemeye…

    ❤  Bu orucun bana kazandıracağı zamanı; “Ramazan ayı ümmetimin ayıdır. Kim Ramazan ayına hürmet gösterir, onun saygınlığını yüceltir ve ona saygısızlık etmezse; gündüzlerini oruçlu gecelerini de namazla geçirirse ve tüm organlarını da (günahlardan) korursa Ramazan’dan, Allah’tan affedilmesini isteyeceği bir günahı olmadığı halde çıkar.” hadisindeki müjdeye mazhar olabilmek için harcamaya… 

      ❤ Ramazan Ümmeti(**) olabilmek için Ramazan ayının paçasına en azından 14. günden yapışmaya…

      ❤ Ümmetin üzerine afv ve merhametin sağanak sağanak yağdığı bu mübarek ay bitmek üzereyken, bin aydan daha hayırlı olan o geceye geri sayım başlamış iken; kalan sayılı günlerimi dizi-film izleyerek ziyan etmek yerine nefs terbiyeme  bu oruçla da katkı sağlamaya… Niyet ettim gitti inşAllah 😉

♥Allah niyetlerimizi ve türlü türlü oruçlarımızı kabul etsin… AMİN 😀

♥Ramazan davulcusu şu an sessizliği gümbürdetmeye başladı bile; yani imsak attı atacak… Söz verdiğim zaman dilimi başladı başlayacak… Dınınının nın nın nın dınınınnın nın nın nın… #DavullarKiminİçinÇalıyor

♥Heyecan yaptım 😀 😀 😀 😀

♥Selametle…

(*) Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım: Yazmaya niyetlendiğim yazılar genelde uzun soluklu olduğu için “yayınla” tuşuna basmam uzuuuun zaman alabiliyor… Bunun sonucu olarak da taslaklarda uzuuuun bir sıra oluşmuş bulunmakta… Ne zaman şöyle iki satır laf etmek istesem, ne bileyim bi’ dipnot yazmak istesem; taslaklarda oturup sıraya girmekten hiç bir günceli yakalayamaz oldum… Ben de çareyi kısa kısa notlar halinde özet şeklinde olacak olan “Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım” adında bir seri oluşturmakta buldum. Yani sıradaki yazı hala IPKKND yazısı, ama araya bu seriden bir iki tane girebilir 😉 😀

(**) Ramazan Ümmeti:  Ramazan-ı Şerifte ümmet-i Muhammed başta oruç olmak üzere, ibadet-ü taate, sadaka ve zekat gibi hayr ü hasenata diğer aylardan daha fazla yönelir ve kendilerini kulluğa verirler. “Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden azat olan bu ay”, ümmetin ahiretini kurtarma noktasında idrak ettiği en yoğun zaman dilimidir. Ramazan’ı ümmet olarak topluca oruç, iftar, sahur, Kur’an tilaveti, teravih ve sadakalar ile değerlendirirler.

tumblr_n7meyx8P2v1rm0oxho1_1280

10492512_969381489773860_2176815689633809060_n

2 Yorum

Filed under Genel, Suyunu Sıktım Posasını Çıkardım

HEPİMİZ ‘bir parça’ KASHAF’IZ!

  Bu sefer “Çekilin yolumdan çekilin, acil yazmam gerek!” nidalarımın evde çınlama sebebi  Zindagi Gulzar Hai isimli diziyi izlemiş olmam. Her ne kadar diziyi izlerken mütemadiyen klavyeye sarılma isteği duysam bile bu sefer öyle dizinin ortasındayken kalkıp yazmaya başlamadım. Temiz temiz izledim, bitirdim, öyle geldim… Gerçi dizi zaten alttarafı “38er dakikadan 26 bölüm”! 400 bölümlük dizilere neredeyse bir haftada eyvallah diyen adamlar için bu dizi adeta bir kuş misali 😉

düğün

Zindagi Gulzar Hai:    Zaroon & Kashaf

  Diziyle ilgili yazılmış bir blog/tanıtım yazısı bulamadım ki hemen buraya link vereyim 😦 Bu sebeple işin “dizi tanıtım” kısmını da yapmak zorundaymışım gibi hissediyorum. Ama maalesef yine de öyle düzden bi’ dizi tanıtımı yapıp çıkamayacağım. Çünkü bu dizi bana pek çok şeyi hatırlattığı gibi, pek çok eski yarayı da aktif hale getirdi… Bu sebeple yazıyı iki kısıma ayırdım: Birinci kısım dizinin bana hatırlattıkları, ikinci kısım ise diziden çeneme ve aklıma vuranlar…

  ‘Kısım’lara geçmeden evvel diziyle ilgili en genel fikrimi hemencecik söyleyeyim: Yaşını başını almış olanlardan tutun da ehliyet almaya yaşı tutmayanlara kadar herkes bu diziyi gönül rahatlığıyla izleyebilir ve bence izlemeli de… Özellikle de çoluğuna çocuğuna derscikler vermek isteyenler varsa bi’ bu diziyi izletsinler derim 😉 Bir deeee, “okul dizilerini” sevenler özellikle kaçırmasın diyorum efem 😉 Ee ama “çekişmeli ve kavga-dövüşlü aşkları” sevenler zaten hiç vakit kaybetmeden playe bassın derim ❤ ❤ ❤ ❤  Evlenmek üzere olanlar, çiçeği burnunda evli olanlar, yüzyıl önce evlenmiş olanlar, sütten yeni kesilmiş bebeler, yani kısaca herkeeeessss izlesin… izlemeli… 😉 ❤

Birinci Kısım:

  “Asya İslam Ülkeleri Karma Ligi“ne hoş geldiniz… Zira Zindagi Gulzar Hai bir Pakistan dizisi. Bu dizinin bana hatırlattığı Ayat Ayat Cinta filmi ise  Mısır‘da geçen bir Endonezya filmi. Bendeniz Toprak İşçisi ise Türkiye‘den bildiriyorum 🙂

grafik

50 Milyondan Fazla Müslüman Bulunduran Ülkeler

  Yukarıda ismi geçen dört ülke de barındırdıkları Müslüman nüfusu bakımından dünya sıralamasında ilk 10’da yer alıyorlar.

  Güney Asya’nın neredeyse tamamının Hindistan olarak bilindiği evvel zamanların sonlarına doğru çıkan fitneler sonucu “Müslümanlar sağa, gayrimüslimler sola” kararı alınmış. Sağ tarafa toplanan Müslümanlar Pakistan’ı kurar iken nüfus mübadelesi yapılmış ve toplam da 12 milyon Hindu, Sih ve Müslüman “yeni sınırdan” geçerek yer değiştirmiş. (Bugün Pakistan nüfusunun %3.2’si gayrimüslim, Hindistan nüfusunun ise %13.4’ü Müslümandır.) Lisedeyken, derste, Pakistan’ın kurulmasının doğurduğu bu dev boyutlu -her iki taraf için de inanılmaz acılara sebep olan- mübadeleyi işlediğimizde gerçek anlamda içim cız etmişti. Öyle ki, ne zaman dünya haritasına baksam Pakistan’ı bağrıma basıp teselli edesim gelir… Din tercihlerinden dolayı “gidin ötede oynayın” tarzı uzaklaştırılıp, etraflarına sınır çizilen bu insanların yeni ülkelerinde hep mutlu olmalarını dilemiştim. Ülke kurmaları madem bu kadar acıya sebep oldu, bari güzel bir ülke çıksın ortaya! Pakistan’a olan bu zaafımın tabii ki biraz oryantalistçe olduğunu anlayabiliyorum… Ama hocamız dersi anlatmaya devam ettikçe benim dilediğim gibi bir dünyanın var olamayacağını anlamış bulunmuştum. Çünkü yeni kurulan Pakistan’ın, tamamen bağımsız olmasına rağmen, bir anayasa yapacak düzene gelmesi neredeyse 10 sene sürmüş.

Pakistan'ın kurucusu Cinnah & Hindistan'ın kurucusu Gandhi

Pakistan’ın kurucusu Cinnah & Hindistan’ın kurucusu Gandhi

  Sıfır kilometre anayasayla birlikte “Pakistan İslam Cumhuriyeti” adını alan  Pakistan devletinin temelleri de seküler/laik bir şekilde atılarak ideal bir ülke dizayn edilebilmiş. Tam “Heh şimdi her şey yoluna girdi, kim tutar seni Pakistan!” derkeeeen dış mihrakların Pakistan’ı karıştırması sonucu “kanın dere olup akacağı” bir iç savaş çıkmış. Bu iç savaşı bahane eden Hindistan da Pakistan’a savaş açmış. İç savaş, Pakistan’ın 1971’de ikiye bölünmesiyle son bulur iken; “ülkenin bütünlüğünü bozduğundan emin olan” Hindistan da işgal ettiği Pakistan topraklarından geri çekilmiş. Pakistan’dan ayrılan toprak “Bangladeş Halk Cumhuriyeti” adını almış. Bütün mızıkçılar ‘dışarı çıktıysa’ bari bu tarihten sonra rahat edin değil mi? Ama nerede öyle iş?!

  İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği zamanların devamında, yukarıdaki grafikte görülen ilk 10’daki İslam ülkelerinin hemen hepsi -biz de dahil olmak üzere- aynı makus talihi yaşamış: Doğal afetler, rüşvet, bölünme, bitmek tükenmek bilmeyen askeri darbeler, asılan/kurşunlanan seçilmiş devlet başkanları, sömürülen öğrenci hareketleri, generalleri tasfiye etmeyi başardıktan sonra gelen acılı demokratikleşme süreçleri ve hızlı ekonomik değişikliklerle çalkalanırken belini doğrultmaya fırsat bulamayan ülke vatandaşları… Türkiye ile ilk ondaki diğer ülkelerin geçmişini (Dört günde bir darbe yapan mı ararsın, yoksa devlet başkanıyla birlikte başkanın tüm ailesini de ipe dizen generaller mi?! O.o) kıyaslarsak amiyane tabirle , bence, biz şimdiye kadar yine iyi ucuz yırtmışız… Allah başka zeval vermesin!

  Konuyu çok ‘açtım’ farkındayım. Aslında söylemeyi dert edindiğim şey şu: Dünya nüfusunun 1,5 milyardan fazlasını Müslümanlar oluşturuyor. Bu Müslüman nüfusunun 1 milyar 30 milyonun üzerindeki kısmı Asya’da (kıt’anın toplam nüfusu 3,9 milyar) yaşıyor. Böylesine yoğun bir Müslüman nüfusunu barındıran bu kıt’anın İslam öğretilerine tamamen ters düşen adımlardaki ısrarcılığı sonucunda zelil olup durması, bir türlü ayağa kalkamaması, barındırdığı İslam’ı suretine yansıtamaması, yönetimi ele geçiren grupların imanı unutup nefslerine çalışmaları, siyasal İslam adı altında halkı sömürüp duran partilerin bir türlü tükenmemesi, v.b. konular, bizim (çevrem ve ben) lise zamanlarından beri değişmeyen tartışma konularımız olagelmiştir… Benim gibi; sinema/televizyon sektörüne fazlasıyla zaman ayırdıkları için, neredeyse her haltı sinema sektöründen örnekleyen arkadaşlar ile Ayat Ayat Cinta filmini izledikten sonra, “Dünya’da İslam” anaforunda dönen tartışmaya açık düşüncelerimizi “Yoksa siz hala Fahri ile tanışmadınız mı?” sloganı etrafında kemikleştirivermiştik.

  fahri

  Çünkü, bu filmde ‘İslam’ın yanlış yaşanması’ ile ilgili anlatılar manipüle edilmeden verilir iken; özellikle de kadın hakları, nikah akdi ve kızların eğitimi gibi önemli konularda dişe dokunabilen ve sıkıntısı az olan bir film olduğunu düşünüyoruz. E haliyle biz de, bu konularla ilgili, nerede bir gedik bulsak Ayat Ayat Cinta demek yerine kısaca ‘Fahri’ dediğimiz için “Fahri kim?” diye soranlara verdiğimiz cevaptan doğuvermişti bu bahsettiğim slogan 🙂

  Zindagi Gulzar Hai dizisini izlediğinizde siz de göreceksiniz; dizi Pakistan toplumunun ‘kız çocuk ayrımcılığı’ ile ‘kadın hakları ve nikah akdi’ yaralarını güzelce deşiyor. (İşte bu deşilen yerler beni fıttırttığı için acilen ‘birinci kısım’ı yazmak durumunda kaldım.) İslam’da kesin ve net bir şekilde yasaklanmış olan ‘bu durumlar’ın üzerinden Pakistan toplumunun yaşadığı zilleti görünce, yukarıda bahsettiğim Pakistan sempatim adeta öfke ve üzüntü  bulutuna boğuldu! Yani hele de erkek çocuklarının kız çocuklarından üstün tutulması meselesi var ki, bu mesele bizzat İslam dininin peygamberi tarafından Veda Hutbesi’nde “ayağımın altında” denilerek çiğnenmiş yok edilmiş bir mesele! Yine, ‘kadın haklarının gözetilmesi’ konusu da bizzat Allah’ın emri ve emaneti olarak bildirilmiş bir konu! Ve yine, birden fazla nikaha hangi şartlar altında izin verildiği de net olarak Kur’an-ı Kerim’de ayet ayet bildirilmiş zaten! Ama gel gör ki dünyadaki Müslümanların neredeyse yarısını barındıran Pakistan toplumu, İslam’ın kural ve yasaklara bağladığı bu konulardan dolayı kan ağlıyormuş! Bu problemleri başka bir toplumda görsek “Elhamdülillah ki Müslümanız” deriz burkularak, lakin işe bak ki bunlar da Müslüman… ;(  Neyse işte… uzun konular… zor durumlar… üzücü mevzular… Dilerim ki bu durumlar sadece Pakistan’da değil, tüm dünyada azınlıktadır… Ve yine dilerim ki, bu durumların yayılmasından sorumlu olanları da Allah bildiği gibi yapsın… 😦

{Ayat Ayat Cinta (Aşk Ayetleri) filminin adını andım, lakin bu yazıda filmin kendisinden bahsetmem söz konusu olamayacak; zira bu film o kadar çok ‘su kaldırır’ ki, şimdi Keban barajının kapaklarını açsak bile çene yetiremeyiz buna. Kısaca “izleyin” derim efenim:) Şuradan izleyebilir, şu ve şuradan da film hakkında kabataslak fikir edinebilirsiniz…}

İkinci Kısım:

  Dizinin konusunu bilmeyenler için meseleye biraz tepeden bakarsak: Kız fakir. Erkek zengin. İkisinin kavuşması için teknik olarak (maddi durumları dışında) herhangi bir engelleri yok; lakin pratikte pek çooook engelleri var.

  Kızımız (Kashaf) 3 kızkardeşin en büyüğüdür. Annesi bir ilköğretimde müdürdür. Babası ise vakt-i zamanında üçüncü kız evladını da kucağına alınca karısından umudu kesip, erkek evlat için, ikinci bir evlilik yapan ‘tohumsuz lahana’ cinsinden bir adamdır. Adamı görsen “Böyle basiretsiz ve haysiyetsiz bir adamın nasıl böyle pırlanta gibi kızları  olmuş hayret?!” dersin. Zaten dizi boyunca, kızlar ve kızların annesi, ne zaman bu adamın “yokluğundan dolayı” üzüntü duysalar bende ki mırmırlar: Allah babanızı uzaklaştırarak size lütfetmiş kızım yaa, herife baktıkça beni kan boğuyor resmen! Eğer  “Ama işte baba sevgisi olayı filan var?” derseniz; ben de derim ki: İşin o kısmı dizide güzelce çözülüyor zaten, o sebeple burada tekrara gerenk yok 😉

  Oğlumuzun (Zaroon) bir kız kardeşi var. Annesi ‘seyahat engeli olmadan çalışan’ bir kadın. Babası ise efendigillerden bir adam işte.

  Kashaf’ın birincilikle, Zaroon’un da ikincilikle  aynı “özel” üniversiteyi kazanması ile olaylar, daha okulun ilk gününden, kızışarak başlar.

{Alıntı Konu: “Kashaf’ın babası, ilk karısı ona bir erkek evlat veremediği için 2. kez evlenmiştir. Annesi bir okulda müdürlük yaparak üç kızına tek başına bakmaktadır. Babasının ilgisizliği yüzünden çok zor yetişen Kashaf ve kardeşleri hayatları boyunca birçok zorluğa göğüs germişlerdir. Kashaf babasından dolayı erkeklere güvenmeyen bir karakterdedir. Kazandığı üniversiteye gittiği ilk gün kızların gözdesi, zengin ve flört etmeyi seven Zarun Junaid ile tatsız bir sürtüşme yaşar. Hayat artık Kashaf ve Zaroon için eskisi gibi olamayacaktır. Bir bahçe olan hayat bu birbirine zıt iki gence nasıl kapılar açacaktır?…”}

Diziyi ‘ekran görüntüleri‘ üzerinden didiklemek istiyorum. 🙂

  Genelde spoilerlık bi’şey yok ama “kavuştular” kelimesini bile spoiler olarak algılayacaksanız şu an geri vitese takabilirsiniz; zira eğer kavuşamayacak olsalardı -değil bu diziyi önermek- beynimin bu diziyi hafızalayan kısmını bile aldırırdım heralde… 😦

Görüntü 1: 

Shadi-KAshaf (3)

  Dizinin ilk göze çarpan özelliği şu: Dizi bizim evin salonunda çekilmiş! 😉  Şaka bir yana; dizi öylesine doğal bir akış içerisinde ilerliyor ki sanki kamera evinizin salonunda bir köşeye sabitlenmiş gibi. Hatta, zaman zaman kamera hatıralarımıza (“Hepimiz bir parça kashaf’ız!” hesabından mütevellit) bile zoom yapıveriyor. Mesela ‘görüntü1’ Kashafların nişanından bir kare. Lakin bu fotoğrafın aynısından bizim aile albümünde de var: Dayımın nişanı. Yeminle gelin ile damadın bakışından tutun da davetlilerin dizilişine kadar aynı foto! Hatta fotoğrafın sepyalığı bile aynı 😉 Diziyi izlerken buna benzer pek çok ‘eşleşme’ yaşıyorsunuz. Önce aklınız dimağınız bi’ şaşırıyor tabii. Ee sonuçta, ne holivud ne de bolivud böyle alıştırmamış bizi; yeniyiz bu topraklarda… Görsel efekt yok. Görüntüyü iki ton karartıp geçmiş sahnelerin tekrar tekrar ‘hatırlatılması’ yok. Bir bölüm içerisinde flashback ayağına aynı sahnenin kırk kere gösterilmesi yok.

  Dizinin müzikleri Hans Zimmer yada Zimmervari biri tarafından yapılmamış, müzik sakin sakin akıyor . Söz konusu sahnede ‘iş varsa’ yüreğiniz oynuyor, ama alttarafı başrolümüz parfüm sıkıyor diye (sanki parfüm değil de radyoaktif polonyum sıkıyormuşcasına) verilen gergin müzikten dolayı, mazallah ‘erken doğum’a alınmıyorsunuz… [Diziden görüntülerle kliplendirilmiş olan (yani spoilerlı) OST videosu]

  Dizi tamamen monolog ve diyaloglar üzerinden akıyor. Peki sıkıcı mı? Çok enteresan ama hayır, dizi kesinlikle sıkıcı değil. Bilakis, bir dakika bile ileri sarmadan, saniye saniye izleyebiliyorsunuz diziyi. Birçok dizinin (buna hem Doğu hem de Batı dizileri dahil) yan hikayelerini, gereksiz bakışmalarını, sıkıcı diyaloglarını ileri sararak izlememiz kaçınılmaz iken, bu dizide diyaloglar uzasın diye bekliyoruz. Hatta -defter aralarına, peçete kenarlarına- dizide konuşulanlardan notlar alıyoruz… (Ki hiç sevmem gecenin bi’ yarısı izlediğim şeyi durdurup kalem kağıt aramayı :/ ) Zaten, senaristin yazdıklarını kulağımıza küpe yapma derdine düşmeye başladığımız bölümlerden itibaren, diziyi artık anlattığı aşktan ziyade ‘gerçekçiliği’ sürüklüyor oluyor… (Ama yine de, hemen hemen her dizide olduğu gibi, bu diziyi izlerken de ‘sıkılma’ duygunuza ilk iki bölüm kadarcık ‘esneme payı’ bırakın 😉 )

Görüntü 2:

kashaf

Kashaf rolünde ‘Sanam Saeed

  Dizinin konusunu okuyunca aklınıza takıldı mı bilmiyorum: Bu dizide ‘kötü karakter’ yok. Hani şu çiftleri ayırmaya çalışan, entrika çeviren v.b. kötü karakterler yok bu dizide. Çünkü zaten gerek de yok. Zira bu dizinin ‘kötüsü’ bizzat Kashaf’ın kendisi!

  Kashaf çok zor şartlarda büyümüş, hayatı boyunca yoksulluğu damarlarına kadar hissetmiş bir kız. ‘Dert çekmiş’ olması da çok büyük bir mesele değil aslında; ama ‘öküzün büyüğü ahırda duruyor’ hesabı, Kashaf’ın hayatını cehennem çukuruna çeviren asıl şey babası tarafından sistematik olarak mütemadiyen aşağılanıp hırpalanıyor olması… İşte bu olaylar bütünü, yandaki karakter fotosunda da görüldüğü üzere, Kashaf’ın hayatını tamamen siyah bir fona boyarken, karakterini de aynı şekilde simsiyah yapıyor. Kashaf’ın iki kızkardeşi de, onunla aynı evde yetişmiş olmalarına rağmen, Kashaf gibi kendilerini zehirlememişler; kendilerine ışığa açılan bir kapı bulabilmişler ve iyimser kalabilmişler. Lakin Kashaf kontes olmak için doğmuş bir insan; fıtratı böyle. Bu karakterde olan insanların su-ekmekten ziyade şımartılmaya ihtiyaçları olur. Gel gör ki Kashaf’a “Şımarmak nedir?” diye soracak olsan “İstanbul’da bir semt ismidir.” diyecek kadar ilgi-sevgi-saygı ve değerlerden mahrum bırakılarak büyütülmüş bir kız. Kontes olmak için ideal özelliklere sahip olan Kashaf, şımarık bir kız olarak yersiz ve aşırı hareketlerde bulunamayınca, o da haliyle öfkesini şımartmış ve öfkesini kendisine adeta bir perde yapmıştır…

  Kashaf; insanın sinirlerini bozacak ve insana ‘tövbe estağfirullah’ çektirecek seviyede: karamsar, isyankar, tahammülsüz, esprisiz, sert, zarta zurta lanet okuyan, hiç gülmediği için kaşlarının arasındaki çatığa Ömerli barajını inşa edebileceğiniz türde bir genç kız. Lakin gel gör ki Kashaf böyle bir karaktere sahip olmakta yerden göğe kadar haklı. Kızın karakteri bu derece hırpalanmışken ondan güllük gülistanlık bir surata sahip olmasını beklememiz haksızlık olur. Dizi boyunca Kashaf’ın her hareketine olmasa bile hareketlerinin en azından %84’üne hak verdik! Kashaf’la ilgili içine düştüğümüz çıkmaz şu: Kashaf’a hak veriyoruz ama onu sevemiyoruz… Kendisiyle empati kurabiliyoruz ama ne yazık ki kendisine sempati duyamıyoruz… Diziyi izlerken tam 4 ( yazıyla dört) yakın dostumu arayıp “Kızım senin dizini çekmişler haberin yok!” dedim! Tabii ki ben de bir Kashaf’ım 😉 %100 oranında değiliz elbette ki ama Kashaf hepimizden parça/lar taşıyor… Hatta yeni bir slogan doğuyor olabilir: “Hepimiz Kashaf’ız!” diye… {Ya da “Hepimiz bir parça Kashaf’ız!” mı desek 🙂 }

  Eeee, Kashaf madem bu kadar haklı ve bizden biri, niye sevemiyoruz kızcağızı? Lafı hiç uzatmadaan, bu soruya cevap vermesi için klavyeyi içimdeki ergene uzatıyorum: Çünkü Zaroon çok sempatik  ♥.♥ Öyle gül gibi çocuğa eziyet edilmez kızım ayıptır günahtır 🙂  Ben tekrar klavyeyi alıyorum ve diyorum ki: Tamam şakayı bırakalım(?!); Kashaf yaptığın her eziyette haklısın, yürü be kızım kim tutar seni!

  Ay işte aynen böyle, dizi boyunca hep çok pis arada kalıyorsunuz ha demedi demeyin… Yani Kashaf sizin arkadaşınız olsa ve yaşadığı olaylarda siz ona tavsiye verecek olsanız emin olun ki genelde Kashaf’ın davrandığı yönde tavsiye verirdiniz; çünkü Kashaf’ın uğraştığı erkek de aslında pislüğün teki sayılır yane. Ama işte izlerken insana öyle gelmiyor: Pislüğün teki bile olsa, gül gibi -ay pardon- güler yüzlü Zaroon varken kim sever ‘eğlence teröristi’ gibi Kashaf’ı be?! 😉 Hani kardeşlerin biri çok sevimli olur kendini sevdirir, diğer kardeş de havada kuş tutsa bile açıkta kalır ya; Kashaf da o misal… ‘Şeytan tüyü’ denilen şeyden Kashaf’ta hiç çıkmamış…

Görüntü 3:

Zaroon rolünde: Fawad Afzal Khan

Zaroon rolünde ‘Fawad Afzal Khan

  Sabahtan beri Kashaf’ı eleştiriyor olsak da bu Zaroon denilen oğlan da aslında (bizim oraların deyişiyle) pek hırlı bi’ pok değil… 🙂 Okul birincisi, gitar çalabilen, üniversite şenliklerinde konser verecek kadar şöhreti olan, serserilikleri zaman zaman tavan yapsa da aslında geleneksel kalıpta takılan bir adam kendisi. (Pakistan’da alkol kullanımı yasalarla kısıtlandırılmamış olsa idi kesin içki masalarında da görürdük biz bu oğlanı.) Ama nedense -sanki kızlardan yana kıtlık çekmiş gibi haspam- önüne gelen kızla flört ediyor. Ama öyle böyle değil! Adam kız görünce direk ‘yürüyor’. Kız arkadaşı (Kashaf değil) buna yalvarıyor ‘Konuşma o bıyıklı kızlarla!’ diye ama bu durur mu; yok mümkün değil kendini durduramıyor. Bir de utanmadan ‘Ben flörtöz bir adamım ne var bunda?!’ diyerek kendini savunuyor! He yav hee ne var bunda di mi Zarooncumasdfghjkllş… Zaten başına da ne geliyorsa bu flörtözlüğünden geliyor senin…

  Bu oğlanı da anası babası -iş hayatı gerekçesi ile- ilgisiz bırakmış; yani Kashaf kadar olmasa bile bu Zaroon paşamızın da psikolojik gerilimleri bi’ hayli yüksek… Zaroon için her ama heeeer insandan gelecek en ufak ilgi kırıntısı bile adeta bir yaşam kaynağı… Zaten flörtözlüğü de buradan doğuyor. Karşı cinsten (bu sinek bile olsa) beğenildiğine dair ‘o hissi’ alamadığı anda bünyesi şaşırıyor bu flörtöz delikanlının. E ama Kashaf bu, sana paye verir mi hiç?! Zaroon Kashaf’a her yanaşmaya çalıştığında, Kashaf’tan, -özetle- ‘yürü ense tıraşını görelim’ ayarında bir cevap aldığı için sapır sapır döküldü oğlan, yazık günah bak üzülüyorum~.~ Daha sonraları Kashaf’ın arkadaşları ‘Gerçekten beğenmiyor musun böyle bir çocuğu?’ diye sorduklarında, Kashaf’tan hep aynı cevap gelir: İşim gücüm yok da bu zerzavatın egosunu mu besleyeceğim?! (İçimdeki ergen: Hee Kashaf hee biz de yedik*-*) (Ben: Akıllı kızın hali bir başka işte, aslanım Kashaf aynen devam! 😉 )

  Tüm bunların üstüne; okul listelerinde her zaman birinci olmaya alışmış olan Zaroon’un, 1-2 puanla bile olsa, her zaman Kashaf’ın gerisinde kalıyor olması “Zaroon’un tansiyonu”nun artık tamamen Kashaf tarafından ele geçirilmesine sebep olur. Ve Zaroon tehlikeli intikam oyunları oynamaya başlar… Son oyunu herkesin canını fevkalade acıtır… (Boyun devrilsin Zaroon, ki devrildi de…)     

Görüntü 4: 

Kashaf günlüğüne ağlayarak yazarken... :''(

Kashaf günlüğüne ağlayarak yazarken… :”(

   Zaroon paşanın o dağlar gibi olan egosunu tatmin etmek için oynadığı çirkin oyun neyse ki kendi elinde patlar; ama maalesef Kashaf bu patlamadan ağır yaralı olarak çıkar… Kashaf, aldığı tüm hasara rağmen, bu krizi bence yine de çok iyi yönetti. Olayın sonunda çekip gitmesini biraz eleştirsek de kim olsa çekip giderdi galiba ya, kim dayanabilirdi ki 😦 Yine kim olsa, Kashaf gibi, okulu bırakmayı düşünürdü herhalde…

  Zaroon’un çıkardığı bu olayın içeriği ayrı skandal, Zaroon’un bir de utanmadan Kashaf’ın üstüne yürümesi daha ayrı bir skandaldı… Kütüphanede çıkan bu kavga, dizinin yegane kırılma noktasıydı… 😦 Gördükçe gerildiğim için bu kavgadan görüntü koymadım… Onun yerine kavga gecesi Kashaf’ın günlüğüne yazdığı bu cümleyi koydum buraya; yazdığı bu cümleye ziyadesiyle üzülmüştüm… Kız zaten babasından dolayı ‘erkeklere güvenmeme’ noktasında nirvanaya ulaşmışken bir de böylesi korkunç bir aşağılanmaya gerçekten hiç ihtiyacı yoktu. (Boynun altında kalsın Zaroon! Sürünesin Zaroooon!)… Yıllar sonra, Zaroon Kashaf’a bu kavganın savunmasını verirken “Sana karşı olan hislerimden dolayı savunmasızdım…” mealinde gönülleri eriten bir açıklama yaptı, lakin yine de boyun devrilsin Zaroon ama sonra hemen kalkıver ayağa 😉

Görüntü 5:

Günlüğünü okuyabilir miyim? 😉

  {EDİT: Bu maddenin spoilerlı olup olmadığına dair karşıt görüşler var; lakin hala bi’ sonuca varılamadı… Kesin netice alınana kadar, bu maddeyi okuyup okumayacağınıza, yazı tura atarak karar verebilirsiniz 😉 }

  Dizi monolog ve diyaloglar üzerinden akıyor demiştik zaten… Monologların çoğu Zaroon ve Kashaf’ın yazdığı günlüklerden oluşuyor. Modern zamanların adamı olan Zaroon, dizüstü bilgisayarındaki günlüğüne hiç aksatmadan yazar iken kadim zamanların insanı olan Kashaf, günlük dediği ‘defter’lerini yanından hiç ayırmadan özenle yazmaktadır. Bu ikili, bazen güpegündüz bazen de yer gök mühürlenmiş iken, hem gün içinde yaşadıklarını hem de kendi iç dünyalarındaki çıkmazları yazıya dökerek selamete çıkmaya çalışmaktadırlar…

  İkisinin de ‘günlük üslupları’ farklıdır: Kashaf , cennete düşse bile altın arayacak yapıda bir insan olduğundan, her durum ve şartta kendisini kesinlikle mağdur hissettiğinden emin olduğumuz trajedi günlükleri yazmaktadır. Kashaf’ın günlüğündeki “Bu dünyada bir de benim yüreğim var!” çığlıkları, can yanıklarının tüten dumanıdır. Zaroon ise, etrafı ‘kendinden geçmiş ben merkezci anne, kız kardeş ve kız arkadaşlar’ ile çevrili olduğu için, kendince, bir düşünce adamı edasıyla ‘Kadın nedir ve ne yapmalıdır?’ın kitabını yazar. Zaroon’un günlükleri, hayattan kâm alan bir adamın hem düşündüren hem de eğlendiren günlükleridir.

  Gelelim zurnanın zırt dediği yereeee!… Bu dizi için o kadar “şöyle gerçekçi böyle gerçekçi” diye bir sepet söz ettim. Ki söylediklerim hala geçerli lakin ‘günlük meselesi’ hariç! Normal bir insan olarak, haliyle, dizi boyunca bir şekilde birbirlerinin günlüklerini  okumalarını bekledim… Ama yok yok yok yok! Kimse kimseninkini okumadı yahu! Bana etikten filan bahsetmeyin; sen madem bu diziyi benim evimin salonundaymışçasına bir ‘gerçek çizgide’ çekiyorsun, o zaman o günlük okunacaaaak başka yolu yok! 12 yaşından beri günlük tutan ve bir raf dolusu ‘günlük defteri’ sahibi olan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Günlüklerin okunmadığı bir dünya yok… İnanmam… İnanamam… İnanmamalıyım… Ağlarım len…

  Benim de her normal insan gibi “günlüklerim okunmasın” diye mücadele verdiğim zamanlar oldu tabii ki ama eğer daha lisedeyken yazdığım günlüğün sayfalarına bakacak olursanız satır aralarında”abla bunu  bana sonra hatırlat, ben hep unutuyorum”, “abi kalemimi iade et artık, yıl oldu”, “anne bunu hemen gidip halama yetiştirme”, “baba yarın akşam gelirken fıstık alır mısın”, “Hatice sana söylüyorum Meryem sen anla” gibi post-it usulü kişiye özel notlar görebilirsiniz… Yani uyarı/hatırlatma notlarını ha buzdolabının üstüne yazmışsın ha benim günlüğüme, bizde her ikisinin de okunurluk oranı hep eşit olagelmiştir! Şimdilerde adına öğrenilmiş çaresizlik diyebilirim belki ama o zamanlar bu durumu kolaylıkla kabullenmiştim… Zira gene lise yıllarımda iken, erkenden uyuduğum bir akşam vakti salondan gelen kahkaha seslerine uyanmış ve salona gitmiştim: Ablam günlüğümü sesli  okuyor ve bütün aile de toplanmış kahkahalardan devrile devrile ablamı dinliyor… Peki ben bu manzarayı görünce ne yapıyorum, kendimi duvardan duvara atıp zarzar ağlıyor muyum? Yoooo, gayet sakin bir şekilde geçip bir koltuğa oturuyor ve ben de ablamı dinlemeye başlıyorum. Hatta “Ya bugün de çok bir şey yazmamıştım, canlı yayın yapacağınızı bilseydim biraz özenirdim.” diyerek verdiğim hizmetin kalitesinden endişe ediyorum. 🙂 Bu “sınır tanımayan eş-dost grubu”na tedbir olarak nereye gidersem gideyim günlüğümü yanımda taşıyan bir tip olmama rağmen günlüğüm arada bir “yok olurdu”. Yok olan günlüklerim kuzen/arkadaş familyası tarafından bana iade edilirken duyduklarım: Toprak İşçisi kusura bakma, bir gecede bitiremediğimiz için mecburen el koyduk ama yaa 17 Nisan’a koptuk gülmekten, hele o yemek için yazdıklarını tekrar tekrar okuyup birbirimizi limonla ayılttık, eski günlüklerinden versene ya onları da okuyalım, okul gezisi gününü niye yazmadın ki yaa bıdıbıdıbıdı… Ben mi hastayım çevrem mi bilemiyorum 😉 “Şimdi olsa kıyameti koparırdım” demek isterdim ama yalana hacet yok, benim defterler hâlâ kamu malı hükmünde… Hiç bakmayın öyle yaa, herkesin günlüğü okunuyordur bee… Ben tek olamam kesinlikle, kendinizi kandırmayın?! 🙂  Yahu ben artık günlüklerime eleştiri bile kabul ediyorum, ne demekmiş “ikinci şahıslar tarafından okunmayan günlük” ne demekmiş yahu?! Ey Romalılar, sakın inanmayın yok öyle bi’ dünya!…

  Zaroon aç oku şu kızın günlüğünü yahu, yoksa düz duvara tırmanıp duvarın tepesinde ağlayacağım ki ayaklarım ıslanmasınasdfghjklş  Hayır yani bir de şu var; bu Zaroon denilen şahıs Kashaf’ın telefonunu, postalarını filan karıştırıyor da günlüğünü mü karıştırmayacak yaaa de get başımdan! Çehov yıllar önce ne demiş, “Sahnede silah varsa perde kapanmadan patlar.” Pakistanlı senaristleri Çehov okumaya davet ediyorum… #ZaroonKashafınGünlüğünüOkusun

Görüntü 6: 

Anne - Kopya

  Kashaf’ın annesi nev’i şahsına munhasir annelerden… “Çocuklarına hem anne hem baba olma” kavramını alıp ikiye katlayarak eteğinin arka cebine koymuş bir kadın… Önce kadına, sonra da kocasına bakınca ister istemez kafamın içinde “bir güzeli bir çirkine vermişler ne’ydem ne’ydem baş yastığı kendisine eş değiiiil…” diye ağıt yankılanmaya başlıyor.

  Dizinin ilk bölümlerinde, ergen bozması Quasimodo kırması uyuzlu Kashaf, annesinin yaşam şartlarından aşırı rahatsız olduğunu bahane ederek annesine hayatı dar eder… Yanlış okumadınız, “kadına yardım edeyim” demek yerine kadının başına bir de bu ekşir durur! Annesi yine de, bir kere bile terslemeden, bunun isyanlarını iyi göğüsledi; ‘anne yüreği işte Kashaf’a bile kıyamıyor’ deyip usulca geçiyorum… 🙂

  Kashaf’ın kararmış kişiliğinden, pirinç ayıklar gibi, kara taşları ayıklayarak Kashaf’ın hayatının bir dengeye kavuşmasını sağlayan kişilerin başında bu anne gelmektedir… Annesi, Kashaf’ın iman isyanlarında bile hiç metanetini bozmadan nasihatlerini yapıp kızının gazını hep güzelce alıverdi. 😉 Görüntü6’da da yine annesi Kashaf’a ayar çekiyordu ve biz de “Hay ağzına sağlık teyze yaa, anlatıver şu aptal kızına! Zaroon ne yaptıysa belletemedi buna eğriyi doğruyu, iş sana kaldı anası; baktın olmuyor yapıştır bir tane ağzının üstüneasdfghjklş” diyerek tribünlerde bu güzide anneye destek sloganları atıyorduk 🙂

Görüntü 7:

çeviri  Farklı dinden olanların tanrılara olan isyanlarını izlerken bir iki derece rahatsız oluyoruz ama bu diziyi izlerken Kashaf’ın, Müslüman bir şahıs olarak, mütemadiyen Allah’a isyan edip durması bizi  ‘sümme haşa, haşa ve kella’ şeklinde tövbe zincirine kilitledi…

 Kızım isyan edeceksen de git ötede et, ne diye bizi de ortak ediyorsun günahına?! Dizinin bollywoodfanatikleri’ndeki çevirmeninin de, Kashaf’ın isyanlarına, altyazıdan isyan bayrağı çekmesi sonucu gerilimimiz gülümsemeyle epeyce gevşedi de az biraz da olsa  felaha erdik… 😀

Görüntü 8:

Mayday! Mayday!

  İzninizle ben gidip bi’ kenarda gülmekten ölüp tekrar geri geleceğim asdfghjklş! Zaroon’un bu sahnedeki kıvranmalarına gülmekten akciğerim ödem yaptı! 🙂

  Zaroon Kashaf’a teklif gönderir. Teklifi duyan Kashaf öfkeyle Zaroon’u aramaya başlayınca zavallı Zaroon yusuf yusuf olarak çareyi anası-babasında arar… Kaç oğlum kaaaaç geliyor yeminle bu dili sopalı nemrut Kashaf, canına okuyacak! Koşabildiğin kadar hızlı koş yoksa ensende boza pişirecek! 😉

  Cık cık cık cık şu Kashaf da ne hale getirdi gül gibi çocuğu 😉  Zarooncuğum, ‘gelmesi muhakkak olan her şey yakındır’ düsturundan yola çıkarak sen kalk hazırlan, passiflora filan iç bence, zira bu nemrut Kashaf’tan kaçışın yok. Sinirlerine kuvvet hadi oğlum… 😉

Görüntü 9: 

zzindagi

  Kashaf’ı “Kalıbına bakmadan büyük konuşanlar” derneğinin manevi zabıta müdürü olarak atamış bulunmaktayız! Mübarek olsun 🙂 Gaza gelip öfkeyle kaç kere Görüntü9’daki gibi böyle büyük konuştu ben sayamadım! Ekran görüntüsü almaya da bir yerden sonra üşendim artık… Sadece bizim değil, her toplumun “büyük konuşmak” ile ilgili bir sürü veciz sözü vardır. Kaldı ki Müslüman bir ülkede yaşıyorsun, büyük konuşmakla ilgili olan ayet ve hadisleri hiç mi duymadın kızım ya?! Bu “büyük laf-büyük lokma” önermesi defalarca kendini ispatlamıştır ama yine de kurbanları hiç bitmiyor işte 😉

  Kashaf sadece büyük konuşmuyor; “büyük konuşmak” kavramını alıyor abarta abarta Everest’e rakip yaparak eşeğin kulağına su kaçırıyor adeta… Hööh be kızım, bir şeyin tersini çok abartmanın, içimizde ki o işe olan eğilim bilincinin bilinçdışını bastırma girişimi olduğunu da mı öğretmediler sana okulda?!… Neyse canım, sonuç itibariyle tükürdüğünü yalayan zevat halinden memnun olduğuna göre çok da söze gerek yok burada 😉

Görüntü 10:

399277_526915920667039_692498932_n

  Zindagi Gulzar Hai dizisi, aynı isimli romandan televizyon için uyarlanmış bir yapım… Romanın yazarı olan Umera Ahmad (1976) İngiliz Edebiyatı’nda master yapmış olan ve pek çok ‘best seller’ eseri olan birisi. Lakin en ünlü eserleri arasında Zindagi Gulzar Hai ilk üçte bile yer almıyor. Yani Umera ablamız maşallah sağlam yazmış ve hala yazıyor da yazıyor… Zaten pek çok eseri film ve dizi olarak uyarlanmış… Bütün eserlerini incelemem söz konusu olamadı tabii ki, ama görebildiğim kadarıyla, yazdığı eserler genelde “gerçek toplumsal konuların maneviyatı” ve “kadın dramları” etrafında dönüyor…

  Dizinin yönetmeni olan Sultana Siddiqui (1954) ise, Asya kıt’asında, bir TV kanalı kurup bunu yönetebilen ilk kadın olarak tarihe geçmiş bile. Şimdiden 9-10 kadar dizi yönetmiş ve bir o kadarına da yapımcılık yapmış ve tüm bu çalışmaları oldukça başarılı eleştireler almış. Daha da önemlisi şu: Pakistan toplumunda “kadının güçlendirilmesi, kadın eğitiminin teşviki” gibi konularda kamu bilincini yükselten kişi olarak tanınıyor Siddiqui.

  Bu kadar detayı iş olsun diye vermedim tabii ki, konuyu şimdi ‘kaşıntıya’ bağlayacağım: Zindagi Gulzar Hai’yi izlerken farklı farklı yönlerden diziyi her ne kadar beğeniyor olsam bile, dizide verilen alt metinlerden/mesajlardan zaman zaman acayip rahatsız oldum. Rahatsızlığın da ötesinde, bu kadar başarılı bir şekilde kadını savunmaya girişmiş bir TV yapımının bir noktadan sonra işi “kadın mühendisliği”ne dökmesini esefle kınadım 😦 Dizideki alt mesajların kadın mühendisliğine doğru dört nala at koşturduğunu görünce yazarın erkek olduğunu düşündüm ve yazar ile yönetmeni araştırdım. Ama şaşırarak yukarıda yazdığım bilgilere ulaştım… Hem senaristin hem de yönetmenin; kadınlarla ilgili konularda, toplumda yer etmiş olan sosyal ahlaksızlıkların ve kötü alışkanlıkların ortadan kaldırılmasında çalışan başat karakterler olduğunu öğrendiğimde “Kadın kadının kurdudur.” sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görmüş oldum.

  Bu yukarıda bahsettiğim muhteşem ikili olan hanım ablaların, kadınlarla ilgili “okusunlar, çalışsınlar, yaşasınlar, gezsinler,…” metinlerini seyirciye sunduktan sonra; haklarını savundukları kadınlara dönüp adeta parmak sallayarak “… ama kadın olmanın şartları vardır, düğme dikmeyi bilmiyorsan mutlu kadın olmayı da hak etmiyorsun; …” şeklinde ‘kadın olmanın’ standartlarını belirlemelerini kaş yaparken göz çıkarmak olarak görüyorum. Yani bir kadına, “hem işe gidip hem de evi çekip çevirmeyi beceremiyorsan mutsuz olmayı da hor görülmeyi de hak ediyorsun” demenin kadın haklarıyla değil (toplum mühendisliğinin alt kümesi olan) kadın mühendisliğiyle alakası olabilir! Ve yine alt metin olarak sunulan, Zaroon gibi ‘parlak’ erkeklerin ‘Asmara gibi’ kızları değil ‘Kashaf gibi’lerini tercih ettiğini, bu sebeple kadınların akıllarını başına devşirmelerini ve bir an önce onlara gösterdikleri bu ideal kadın çizgisine ulaşmaları…bıdıbıdıbıdı… gibi zırvaları bir erkek yazmış olsaydı bu kadar esefle karşılamazdım 😦

  Ben yetiştiğim ortamın bir getirisi olarak düğme dikmeyi biliyorum. Düğme dikmeyi bilmeyen bir kadın benim de tuhafıma gidebilir; lakin böyle bir kadının mutsuz olması gerektiğini veya bu kadının kocasının ve ailesindeki diğer erkeklerin, düğme konusunu kullanarak, kadına hakaretamiz davranışlarda bulunmasının “hak edilmiş” bir davranış olduğunu düşünen zihniyeti ezik ve zavallı görürüm! Bir kere şu var; kadın düğme dikmeyi bilse bile, düğmeyi dikmek istememe hakkına sahip olmalı. Kadına verilen “Sevmesen bile o işi yaparsan toplum tarafından sevilir ve kabul görürsün.” önermesi toplumsal ahlaksızlıktan başka bir şey değil. Eğer bir erkek düğme dikmeyi sevmeyen eşine höthöt yapacağına, kadının düğmesini de alıp bizzat kendisi dikse hepimizin çok daha sevimli ve çok daha romantik bulacağına eminim… Ama böylesi sevimli bir sahne yerine, bahsettiğim bu iki  başarılı kadın hakları aktivisti bayanın, düğme anaforu üzerinden “Düğmeyi diken kazanır hanımlar!” sahnesini bize alkışlatmış olmalarına “Ağaca balta vurmuşlar sapı bendendir demiş.” sözüyle selam çakıyorum…

  Düğme olayını misalen kullandım, yoksa mesele tabii ki de düğme dikmek değil… Dizi boyunca bu konuya örnek verebileceğiniz pek çok alt metin var, ama ben hepsine örnek olarak ‘düğme’yi tercih ettim 🙂 Üstüne üstlük dizide sadece genç kadınlar hizaya getirilmeye çalışılmıyor; anneler üzerinden yetişkin kadınlara da bir ayar çekiliyor. Ve dizinin sonuna gelindiğinde hizaya gelip kurtuluşa eren tüm bu kadınlar, erkekler tarafından mutlulukla ödüllendirilerek şerefyap oluyorlar. Olmasınlar mı?! E olsunlar; ama denşetengiz bir tatlılık ve iltifatşinaslık altından “kör göze parmak” şeklinde verilen bu iğneli alt metinlerden içimdeki fangirl bile rahatsız olunca, diziyi övdüğüm bu yazıya böylesi bi’ eleştiri paragrafını ‘iğnelemeseydim’ orta yerimden çatlardım herhalde… 😉 Ayrıca bu söylediklerimin sadece Pakistan ile alakalı olduğunun düşünülmesini istemem; bu alt metinler neredeyse her ülkenin yapımlarında yer alıyor ama o yapımların yazarları kadın hakları aktivisti olmadığı için bana daha az batıyor bu durum. Mesela yukarıda (birinci kısımda) bahsettiğim Ayat Ayat Cinta filmi de aynı isimli kitaptan vizyona uyarlanmış. Bu kitabın yazarı olan Endonezyalı Habiburahman El Shirazy (1976) bir erkek olmasına ve kitabında kadınları ilgilendiren meseleler konunun merkezinde olmasına rağmen, kitaptaki hiç bir alt metin kadınlara tehditvari bir biçimde ve hadsizce parmak sallamaz… Kadın kadının kurdudur demiştim değil mi?…  Haklarını yemeyeyim; bahsettiğim bu iki kadın arkadaş aktivistlik konusunda oldukça başarılı, ortaya koydukları eserler de beğeniliyor (Sonuçta biz en azından birini beğenmiş bulunmaktayız 🙂 ) , zaten yaşadıkları toplumu kadın hakları açısından iyileştirebilme şerefine de nail olabilmişler; tabii ki ikisini de can-ı gönülden tebrik ediyorum… Lakin gönül istiyor ki her şey “tam” olsun… Eyvallah…

****

Yazının uzunluğu iki kilometreyi geçtiğine göre ‘görüntü’lere bir son vermemin ve yazmayı durdurmamın zamanı artık geldi belli ki…

Lakin ‘söylemezsem çatlarım’ dediğim bir iki meseleyi de bari “dilim dilim” yazıp öyle gideyim… 😉

****

neden

 

Kalan malzemeyi dilim dilim buraya kıydım :

**DİKKAT** Son 4 madde hariç olmak üzere, diğer maddelerin tamamı SPOİLER içeriklidir! **DİKKAT**

  1. Kashaf’a hep nemrut surat demiş olsak bile, Zaroon da küstüğü zaman tam kavgacı-yaygarıcı çocuklar gibi oluyordu 😉 Eşiyle yaptığı bir kavga sonrası, kardeşinin düğününde nemrut bir suratla fotoğraflara katılmasına çok güldüm. Ve yine aynı fotoğraftan bizim aile albümünde de var; ama nemrut olan ben değilim, o nemrut kendini biliyor 😉
  2. Kashaf, burslu olarak kazandığı özel üniversiteye gideceği ilk gün ne giyeceğini bi’ hayli sorun yapar. Sonuçta kardeşlerinin de yardımıyla bir kıyafet giyip evden çıkar. Lakin bu kıyafet limon sarısı bayaa  dehşet çirkin bir şeydi! Kashaf’ın önüne yatıp “cesedimi çiğnemeden o kıyafetle okula gidemezsin Kashaaaaaf!” diye çığırasım geldi izlerken 😦 Bütün gün o kıyafetle dolaştı okulda bi’ de yaaaa hööffff yani 😦  Kashaf’ı oynayan Sanam Saeed güzel bir model-actress-singer olmasına rağmen,  Kashaf’ın kıyafetlerinin içinde, o bile zaman zaman çirkin görünüyordu 😉
  3. Flörtöz Zaroon’un Kashaf’la ilk tanışma girişiminin sonu nasıl bitti öyle yaahu ahahha 😉 Zarooncuk gülümseyerek geldi ama öyle bir bozuldu ki böyle bir ‘bozulma’ yok yani 🙂 Adam sonra cesaretini toplayıp yeniden Kashaf’a ‘hello’ya geldi ama nafile… 😉  Zaroon’un iş hayatında Kashaf’a yaptığı tilkilikler-çakallıklar da aşırı sevimliydi 😉 😉 ❤ ❤
  4. İlgi manyağı olduğu için flörtöz bir delikanlı olarak karşımıza çıkan Zaroon, Kashaf’la başgöz edilince durulsa bile bu “ilgi açlığını” tamamen Kashaf’a kanalize ederek “deyim yerindeyse” adeta “tüm yılanları deliklerinden çıkarıyor” ahaha 😉  Zaroon istiyor ki  Kashaf beni hep elleriyle yedirip içirsin: Soo cute! ♥♥
  5. “Masum Kibri” denilen şey vardır ya, hani masumun masumluğunu değersiz kılan cinsten… İşte buyurun, Kashaf ve ders kitaplarına girecek nitelikte olan masum kibri…  (Çekim kalitesi için üzgünüm, gece gece ancak bu kadar olabildi.)
  6. Düğün gecesi gelininin güzel olduğunu fark eden sevgili Zaroon; oğlum biraz geç kalmadın mı bunu kontrol etmek için. ^^ Sizin evlilik cüzdanınızda “Memnun kalmazsanız bir ay içinde iade edebilirsiniz.” mi yazıyor? 😉 Ama düğün gecesiyle ilgili şunu da mutlaka eklemeliyim: Bu zamana kadar izlediğim onca yapım arasından ‘en güzel gerdek sahnesi’ni seç deseler, hiç düşünmeden bu dizideki sahneyi seçerim ahahaa çok şaşırtıcı ve eğlenceliydi 😉 ❤
  7. Kayınpederi Zaroon’a “Ezan okundu, hadi cemaatle kılalım.” dediğinde Zaroon’un Kashaf’tan kopya istemesini sevimli bulsak bile, gelmiş kaç yaşına eşşşşek kadar adam olmuş ama hala bir namaz kılmayı bile bilmiyor olmasına ayrıca yuuh çekiyoruz…Bir de sayıyor utanmadan cıkcıkcıkcık (‘Düğme dikemeyen kadınla evlenmem’ diye bıkbıkbıkbık konuşmasını biliyorsun ama di mi, ne oldu şimdi paşa?!)
  8. Ben bu sahneyi rüya hatta kabus sanmıştım, gerçek olduğunu anlayınca i-na-na-ma-dımm! Buna yuuh demek filan da yetmez… Zaroon dua etsin ki Kashaf’ın bu laftan haberi olmadı. Eğer Kashaf’ın bu laftan haberi olsa idi o kadar rikkatine dokunurdu ki binler gözü olsa beraber ağlardı… (Boyun devrilsin mi Zaroon? 😦 )
  9. Kashaf’tan “büyük kapaklı” inciler: “Sana doğum yılımı söylerim ama doğum günümü söylemem.” “O gün arabada öne otursaydım bugün oturamazdım.”  (…seçemedim ki, çok var hangi birini yazayım?…) 😉
  10.  Zaroon’dan inciler: “Bu kız gözüme bazen etkileyici ve tuhaf görünüyor. İlginç yada romantik değil, ne muamma ama! Ama bu durum rahatsız edici bir bilmece gibi çok sinir bozucu.” (…Zaroon’un çok hak verdiğim “kapaklı incileri”nden bir sürü vardı ama en sevdiğim ‘atarı’ şuydu! puahhhah …) 😉                                **SPOİLERSIZ ALAN BAŞLANGICI**
  11. İnternette tıngır mıngır gezer iken bu montajlanmış fotoğrafı gördüm. Kim yaptı len bunu? Bir adım öne çıksın; bi’ şey yapmayacağım canım, sadece “olmaz, bu iş yaş” diyeceğim 🙂 Hindistan ile Pakistan kardeş dedik ama o kadar da demedik 😉 Gerçi eğer bu foto gerçek olursa Sanaya İrani “evli erkek başrollerle en çok  dizi çeken kadın oyuncu” ödülünü sırtlar götürür artık asdfghjkl 🙂
  12. Dizinin “görüntüyü” hak etmeyen yegane karakterleri: Kashaf’ın lahana babası… Bu lahana babanın en sevdiği evladı olan süzme lahana oğlu… Bu süzme lahana oğlanın, maşallah dediğinin üç gün yaşadığı, kenafir gözlü anası…
  13. Kashaf ve ailesindeki kadınların kullandıkları “örtü”nün niteliğini pek çözemedim. Önceleri, bildiğimiz anlamdaki tesettürü “aç-kapa artema modeli”ne çevirmişler herhalde dedim. Ama üniversite bahçesindeki figüran kalabalıkların içerisinde bildiğimiz tesettürün örneklerini görünce öyle olmadığını kestirebildim. Anlayabildiğim kadarıyla Pakistan’da ki belli bir kitle, Hindular’da ki duvak örtme adeti ile İslam’da ki tesettürü birbirleriyle harmanlayarak, bu ‘saygıya dayalı’ “aç-kapa artema modeli”ni benimsemiş…
  14. Hint dizi ve filmlerindeki bütün hizmetçiler erkekti, sebebi kast sistemidir dedik. Lakin şaşırarak gördük ki Pakistan dizilerinde de bütün hizmetçiler erkek. Hatta yalnız yaşayan bir kadının evindeki hizmetçi bile erkekti. Konuyla ilgili bilgisi olan?

Veda Notu: “Spoiler verdim-vermedim” endişesi ve “yazı çok uzadı-uzamadı” sınırlandırması olmayacaktı ki işin eğlence kısmının dibine vuralım! Zaroon ve Kashaf mücadelesini izlerken ne kazanlar kaldırdık, ne şerbetler kaynattık da işte hepsi içeride kaldı şimdilik 😉 Diziyi izlerken zaman zaman bunların “birbirlerine taktıkları kapaklardan dolayı” o kadar mes’ud olduk ki kapıda davul bile dövdürdük 😉 😉 ❤ ❤ Ama işte her şeyden aynı anda bahsedemiyoruz maalesef; “Bu muhabbetler de başka sohbetlere artık.” diyelim ve noktayı koyalım… Selametle…

Dizi bittiği zaman isteseniz de istemeseniz de öğrenmiş olacağınız üç kelime: zindagi, zindaagiiii, zindaaaagiiiiiiii.  [Pakistan’ın resmi dilleri Urduca ve İngilizcedir. Urduca, Hintçeye çok benzemektedir ve zaten Hindistan’ın 22 resmî dilinden biridir. Urduca Hintçe ile nerdeyse aynı olmasına rağmen Arap alfabesi ile yazılır. (Kashaf’ın günlüğünde kullandığı alfabe Urdu alfabesi.) Urduca orijinal bir dil değildir; Türkçe, Moğolca, Farsça, Sanskritçe, Arapça, Hintçe karışımı bir dildir. Gazneli Mahmut’un Hindistan alt kıtasını fethiyle, buraya gelen Türk askerlerinin bölge halkıyla kaynaşması sonucu gelişmiş ve pek çok Türkçe kelime de Urducaya geçmiştir. İslam dünyasının önemli tasavvuf klasikleri bu dilde yazılmıştır.]

Diziyi bir de biz görelim ama uğraştırma bizi diyorsanız, en kısa yol şurası: keyifli seyirler 😉

❤ 🙂 🙂 🙂 🙂 ❤

  

 

16 Yorum

Filed under Diziler yola çıktı geliyor..., Genel

HİNDİSTAN’DA RADARLARIMIZA Mr. DARCY TAKILDI! [IPKKND]

Öncelikle, rica edeceğim sakin olunuz! Ağlarımıza bir adet Mr. Darcy takıldığı doğrudur; lakin bu “yeni keşfi” açıklamaya başlamadan önce, ‘söz konusu olan Darcy’nin, başlıktan da anlaşılacağı üzere, Kuzey Denizi sularında değil de Umman Denizi dolaylarında keşfedildiğini’ belirtmek istiyorum… Yani mesele şudur ki; bu Darcy İngiliz değil, Hintli. Bu sebeple, eğer birazdan bahsedeceğim şekilde ırkçı sayılabilecek önyargılarınız varsa şimdiden geçmiş olsun… 

Maalesef, “Mr. Darcy nedir, kime denir? bölümü”ne kadar gerilere gidemeyeceğim. Mr. Darcy denilince duruluveren, Aşk ve Gurur denilince dikkat kesilen, Elizabeth denilince istemsizce gülümseyen, Jane Austen denilince kaleme sarılası gelen kişiler hedef kitlemizdir zannımca… Herkesin aşktan anladığı farklıdır tabi ki, ama aşk denilince aklınıza gelenlerden biri de Aşk ve Önyargı (Pride & Prejudice) ise siz de bizimle birlikte içeri buyurunuz efendim…

Bu yeni keşfimin izahatına geçmeden önce, kendi histerilerimi kontrol altına alabilmek adına, kısa bir Basın Açıklaması: Çok sevdiğim ‘yapımların’ beğenilmemesine, hunharca-özensizce eleştirilip ziyan edilmelerine tahammül göstermekte zorlanıyorum, üzülüyorum. Kusursuz olduklarından değil de kıyamadığımdan:) En çok da “Aaaay bu muydu yaaaa?!” minvalinde eleştirenler adına üzülüyorum, çünkü küçücük deniz hıyarlarına (Pseudocolochirus sp.) takılı kalıp büyük balıkları kaçırıyorlar bence ama hadi neyse… İşte tüm bu sebeplerden dolayı, ben, bu söz konusu ettiğim keşfi anlatmaya; onu ne kadar sevdiğimi, ona nasıl ayılıp bayıldığımı anlatarak değil de onu eleştirerek başlayacağım. Öncelikle; sevmediğim, gözüme takılan, saçma bulduğum şeyleri anlatacağım… Çünkü savunma vermek istemiyorum. Elbette kusursuz bir yapım değil, biliyoruz! Eğer kusursuzunu bulmuş olsaydım gelip burada anlatmaz, direk Hindistan’a bilet alırdım;)

Başlangıçta rahatsız edici şeylerden bahsedecek olmamın asıl sebebi: Canını seven kaçsın diye! Çünkü tüm işimin gücümün arasında, bitirme tezimin teslim tarihi yaklaşırken, her şeyi askıya alıp, durdurulamaz bir şekilde 4 günde dizinin 240 bölüm kadarını izlemiş biri olarak, insanlık namına, öncelikle herkese bi’ el aman vermek istiyorum… 

Ve başlıyorum…

  Her şey; internette, siyasal gündemden korunacak şekilde, sağa sola salvo atışları yaparak tıngır mıngır gezer iken, Nefertiti‘nin içerikteki yazısını tıklamamla başladı! Yazı, bir Hint dizisi olan Iss Pyaar Ko Kya Naam Doon‘u güzelce izah ediyordu. Yazıda ki vurucu noktayı kestim getirdim  buraya bizzat bak:

nefertiti

398 sayısını görünce tam açtım ağzımı “Yok daha neleer, hem de Hiiint jargonuyla hayatta izlenmez!?!!” diyecektim kiiii maziyi hatırlayarak dilimi ısırıp susuverdim. Zira bundan hepi topu 2-3 yıl kadar önce, ben de ,Kore dizisi izleyenlere “Çekiklerin dizisi izlenir mi beğğh?!!” diyengillerdendim… Sonuç ortada; 100’e yakın Kdrama/Jdrama izlemiş biri yazıyor bu satırları şimdi;)

Shame…

    “Büyük konuşmak, büyük lokma yemek” gibi kavramları içeren veciz sözleri zaten atalarımız evvel zamanlarda yazmış çizmiş; ben şimdi bunları tekrarlamayacağım tabii ki de… Lakin yazıdaki 398 sayısına verdiğim tepkiyi arkadaşa (ikimiz de alışmışız 16~20 bölümlük Kdramalara) yansıttığımda şu diyalog geçiyor aramızda:

Toprak İşçisi: 398!!! Kınamıyorum Allah’ım! Tövbe Allah’ım!

Penny: Ayyyy 398 hayatta dayanılmaaaz!

T.İ.: Allah’ım Penny büyük konuştu Allah’ım ben değiiiiil!   ‘2 dakikada adam satılır’ ;))))

P: Ahahahah yeminle valla büyük konuştum başıma gelmesin! Atlaya atlaya izlerim ki;)

T.İ.: Kahkalarla sana katılıyorum! Di mi yaa, atlaya zıplaya o bile biter ki!

P: “Çekikler çirkin” derken fanları olduktan sonra, valla büyük konuşmayacam bu sefer! Hint hiç sevmeyen, tiplerini itici bulan biri olarak Hint fanı olmak istemiyorum, dayanamam.

     Durum özetle bu iken, bizim buralarda ki kıta sahanlığında hakim olan rüzgarlar “398”in tamamen aleyhinde eser iken, ben dedemin beşiğinde tıngır mıngır sallanır iken, evvel zamanının birinde içime kaçmış olan sazan tohumlarının varlığını bilir iken, ‘tohumların yeşermesine engel olmak mümkün değildir bilirim’ der iken, beklenen teşvik cümlesine gün sonuna doğru ulaşıverdim: “Biraz dizinin youtube videolarına bakayım, durum fan kliplerinden anlaşılır zaten.” Ve kaşınan keçi misali videolara tıkladım… Sonra sahnelerden bi’ sahneyi merak ettim. Daha sonra dizi bölümlerinin 20 dakika olduğunu öğrendim. Daha da sonra “Merak ettiğim sahnenin olduğu bölümü izleyeyim, ne de olsa 20 dakika” dedim. 88. bölüme tıklayarak başladım… Nefertiti’den konuya hakim olduğum için 88. bölümden konuya girmekte sorun yaşamadım; zira baktım ki, zaten tam da bu bölümde başrol olan kız adamı sevdiğine anca uyanıyordu. Öncesi hep kavga kıyamettir diyerek 89,90,91,92… pıtı pıtı fıtı fıtı  ilerlemeye başladım. Lakin aile kısımlarını, yan hikayeleri filan tabii ki izlemiyordum, sadece çiftin beraber olduğu yerleri izliyordum. Amma velakin, gel gör ki çiftimizin olduğu kısımlarda da bi’ tuhaflıklar zinciri vardı ki, bu zincir sadece gözümü değil ağzımı burnumu da tırmaladı duruyordu. Daha önce hiç Hint dizisi izlememiş olsam ‘yahu kültüre yabancıyım ondandır’ diyeceğim ama gel gör ki daha önce de Hint-Amerikan ortak yapımı olan Outsourced dizisini izlemiştim. Yahu Hint filmi desen zaten izliyoruz arkadaşım… Ama biliyorum ki ‘diziler’ kültürleri daha sıkı bir şekilde yansıtıyor. Ben Uzak Doğu dizilerine yabancı olmadığım için, bu yeni ‘dizi kültürü’nü biraz garipsedikten sonra akabinde hızlıca kabullenebildim. İlk kez yabancı kültürden bir dizi izleyecekseniz, sizin kabullenme süreciniz biraz daha uzun olabilir belki, ama bence yılmazsanız değecektir… Gerisi biraz da sizin ırkçı damarınızın kalınlığına kalıyor… Dediğim gibi, önceden ben de dizi-film konusunda hayli ‘ırkçı’ydım… Allah selamet versin diyelim:)

Tuhaflıklar zincirine geçmeden önce:

  • Şu an dizinin 328. bölümündeyim. ♥♥
  • Dizi hakkında yazmak için, diziyi bitirmeyi beklemememin sebebi: Biliyorum ki, beynimin fangirl eğilimli kısmı, izledikçe bütün tuhaflıkları mazur görmeye başlayacak. Fanlığın “dibinin olmadığını” kaç insan üzerinde bizzat görmüş biri olarak; iş işten geçmeden, gözlerime perde inmeden yazmak istedim bunları. Ki geç bile kaldım muhtemelen, zira zehir çoktan kana karıştı zannımca doktor…

Dizi başladığından beri beni kaşındıran şeyler:

  • Çiftimiz bakışmaya başladığı zaman, bu bakışma üç gün filan sürebiliyor. İster zamanın göreliliği kuramının açısından bak, istersen gel benim yanımdan bak! Ekran karşısındaki bana göre, yer yer üç günden bile uzun süren bakışmalar oldu. Hatta 20 dakikalık bir bölümün, 5 gün sürmesine sebep olan zaman kırılmaları oluştu uzayda!

         →Bir de, başlarda, algılayamadığım şey şuydu: “Eee, birbirlerinin içine düştüler niye kimse bi’ şey demiyor?” Çünkü evin  salonunda, herkesin içinde filan bakışıyorlar ama kimse de demiyor ki “hayırdır tüplü dalış mı tüpsüz dalış mı?!” Yani gerçekte,  evin salonu değil de düğün salonu gibi kalabalığın dikkatleri dağıtacağı bir ortamda bile, biriyle gözümü almadan bu kadar  bakışacak olsam,  seksenlik gözleri kataraktlı babanem bile konuya uyanır ben sana söyleyeyim.

Bu uzun süren bakışmalara eşlik eden ‘Rabba ve’ şarkısını da işin içine alarak, fanlar bir caps hazırlamış. Gülümseyerek sunuyorum:

rabba

  • Erkek zengin, çok zengin. Mr. Darcy diyorum ya işte o hesap. Hintli Darcy’miz (Arnav), helikopterlerden inip jetlere binen, konaklarda yaşayan biri olarak yansıtılıyor. Ama gel gör ki, 240 bölüm filan izledim, elemanın toplasan 9-10 kıyafeti anca vardır. Döndürüp döndürüp bunları giyiyor. Bu kıyafet çeşitliliğine spora giderken, uyurken, evde takılırken, işe giderken giydikleri dahil! Biz alışmışız zengin dizilerimizde, bir kere  giyilen kıyafetin bir daha giyilmemesine! Yapımcı firmanın sponsorları mı zayıftır nedir anlamadım ki. Bizde ‘kapıcı kızı Feriha’nın bile gardırobu daha geniştir bununkinden. Adam tek güneş gözlüğüyle diziyi bitirdi yahu, bari evdeki gözlüklerinden sete getireydin   sevgili Darcy… Neyse ki, arada bir bu zengin çocuğunu dövüp üstündekileri yırttılar; bazen de düğün dernek filan oldu da değişik bir şeyler giymiş oldu, gözümün kaşıntısı  rahatladı biraz:)

arnav - Kopya (2)    

  • Kız fakir, çok fakir. Bildiğin Hintli Elizabeth işte… Ama kız (Khushi) geleneksel bir kız. Hiç modern kıyafet giymiyor. Gündelik olarak ‘anarkali’ denilen elbise üstü şal, özel günlerde de ‘saree(sari)’ denilen o bildiğimiz tek parça şaldan oluşan büstiyerli kıyafeti giyiyor. Fiyatlarını bilmiyorum ama kızımız hep renk renkti, aynı kıyafetle dönüp durmadı yani, iyi dikiş bildiğindendir belki:) Buraya kadar sorun yok. Lakin kızın gelenekselliğinin devamı olarak gece yatarken giydiği kıyafetler de gelenekseldi. Ama gördük ki geleneksel uyku kıyafetleri acayip betermiş Hindistan’da. Gündüz dar ve beli göbeği açıkta bırakan şıkır şıkır kıyafetler giyin siz, iş akşam uyumaya geldi mi nerede bir yamalı şalvar var giyinin üstünüze! Ayıptır ya:( Gerçi gördüğümüz kadarıyla, öyle anlaşılıyor ki, genelde üst değiştirmeden uyuyorlar:)

Lakin kız pek sevimli… Keira Knightley’in dili dışarıda gülümseyerek yakalamaya çalıştığı sevimlilikten çok daha iyi bu kız (Sanaya Irani)…

  • Kızın saçları belinin altında. At kuyruğu gibi değil de, Kisra Sarayının sütunları kalınlığında diyebileceğimiz bir gürlükte beline kadar iniyor kızımızın saçları! Makyajı ise her gün aynı koyulukta, aynı ağırlıkta… Ve Khushi, gece olup da o caanım allı morlu kıyafetlerini çıkarıp, üstüne gecelik niyetine çulçaputunu giydikten sonra; o upuzuuuun saçlarını açıp omuzunun üstünden öne doğru aldıktan sonra, tüm makyajıyla birlikte, bir sanat eseri edasıyla yatağına uzanıyor. Sabah olup da güneş doğduğunda; biz, kızın o açık bıraktığı uzun saçlarına dolanıp boğulma tehlikesi atlatmış olabileceğini yada saçlarının karyolanın ayaklarına dolanmış olabileceğini beklerken; kız aynı “sanat eseri” halinin “dinlenmiş” bir formu olarak yatağından doğruluyor. Normalde öyle bi’ makyajla yatılırsa, o yastık kılıfını 3 gün çamaşır suyuna bassan bile açıramazsın. Yani biz de yastığa sanat eseri gibi uzanmasını biliriz, lakin Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın alemi yok, biliriz ki o sanat eseri, sabaha,  geniş çaplı bir tuval çalışmasına dönüşecektir…

  • Bu sefer, kültürel bilgimin eksik kaldığını düşündüğüm bir durum söz konusu. Kız büstiyerli, belini göbeğini açıkta bırakan kıyafetler giyiyor, ama o boynundan arkaya doğru attığı (hiçbir yeri örtmeyen) şalı düştüğü yada uçtuğu zaman çıplak kalmış gibi tepki gösteriyor. İlk bölümlerde, şal düşünce (oğlan bile sakınıp direk yere bakınca) ben ‘Ne oldu ki ya, eğilip alsanıza şalı biriniz, yalandan gerilim yapmayın yahu, eğilmek ayıp bir şey mi?!’ zıplamalarıyla izliyordum ama sonra alıştım. Anlaşılan bunlarda şal düştü mü takke görünüyor:)

  • Dizi 2012 yapımı olmasına rağmen, kızın saçlarına arada bir “bizdeki 90ların düğün modasına” uygun bir şekilde maşa atmaları, bende Hindistan’da ki saç trendleri konusunda endişe uyandırdı…

  • Genel anlamda, bütün dizide “iç ses” kavramı çok az kullanılıyor. Herkes tek başınayken yada kalabalıktayken, deli gibi, (bağıra bağıra, uzun uzun, özneli yüklemli, çatılı geçişli, kollu bacaklı cümleler kurarak) kendi kendilerine dertlerini, sırlarını, planlarını, suçlarını, v.b. anlatıyor. Biz oturduğumuz yerden “Aaaabi deli misiniz divane misiniz?!” diye atarlanır iken tabii ki de buradan senariste çok ekmek çıkıyor;)

  • Jalebi denilen o diyarların ünlü bir tatlısı var. Kızımız da, ne zaman gergin hissetse, tedirgin olsa ‘dalgınlıkla’ bu tatlıdan tabiri caizse kazanla pişiriyor. Ama kız sakarlığıyla meşhur…  Ama bu jalebi, bizdeki lokma tatlısı misali, kızgın yağda kızartılıyor. Kızın dizi boyunca kızgın yağla yanmasını bekledim ama hala yanmadı. Dur bakalım daha finallemedik… {Sadistliğimden değil yahu, realistliğimden hep :)}

  • Khushi sakar dedik ama öyle sıradan bir sakar değil. “Yerden 2 santim yükseğe çıksa bile Darcy’nin kucağına düşme” konusunda altın madalya sahibi! Yani öyle sıradan bir beceri sayılamaz bu! Darcy’nin belinin çoktan ortadan ikiye kırılmış olması gerekiyordu bence, ama hala sağlam duruyor adam. Tabii ki de kız oğlanın kucağına düşer de oğlan onu hemen yere bırakır mı?! Kucakta yaşanan uzun bakışmalar… Ee çocuğun beli kesildi, o kadarı da hakkıdır diyorum:) Lakin kızın bu sakarlıklarından Darcy’e dizinin başından sonuna dek çok ekmek çıkıyor çook;)

     

Amma velakin araştırmalar öyle gösteriyor ki, bu ‘düştün-tuttum’ sahnelerini evde denememek gerekiyor:

  • Diziyi izleyenlere yada Hindistan Cumhuriyeti’yle ilgili akademik bilgiye sahip olanlara yöneltmek istediğim bir soru: Bu devlette evlilikler resmi makama bildirilmiyor mu? Evlilik sadece dini ritüellerden mi ibaret? Dizide böyle bir kısım var; spoiler olmaması için açıktan soramıyorum…
  • Hint filmlerinden ve kitaplardan filan, Hint kültüründe aile yapısının aşırı erkek egemen olduğunu biliyordum ama bu kadar da aşırı olduğunu bilmiyordum! Dizinin pek çok sahnesinde konaktaki kadınları omuzlarından sarsıp “Bu erkeklere ne yedirip içirdiniz de şimdi size böyle davranmaya cesaret edebiliyorlar?!” diye bağırınasım geldi… Yazık… Üzücü…
  • Arnav’ı canlandıran başrol oyuncusu Barun Sobti gördüğüm en kötü dans eden Hitli oyuncu;) Aslında bu beni rahatsız eden bir şey değil, zira bence erkeğin kıvırtamayanı daha makbuldür. Barun’un da kıvırtamadığını, o kıvrak Hint figürlerini bir odun edasıyla yapmaya çalıştığını gördükçe, oyuncuya daha bi’ ısındım ve çok güldüm:)

Videosunu da yayınlardım da neyse skandal çıkarmayalım şimdi:)

  • …Zaman mekan tanımadan esen aşk rüzgarlarını, sonu gelmeyen şal savaşlarını, üç bölüm boyunca konuşmayan başrol oyuncusunu, kızın başımıza dert olan kalp atışlarını; önceleri “N’oluyoo len?” diye karşılasak da sonradan “Hindistan’ın temsili aşk anlatımı” olarak algıladığımız bu öğelerin hepsini tatlılıkla kabullenip “Aay çok güzel ya!” diyerek bağrımıza bastık bile…

 

  • Diziden henüz 20-30 bölüm izlemiş iken kaşıntı listem daha uzundu. Lakin dediğim gibi, zehir büyük ölçüde kana karıştı artık …

            Bu kadar kaşıntıya rağmen hala uyuz kapmayanlarla birlikte, şimdi işin masal kısmına doğru yürüyebiliriz. Heyecanlanabilir miyim biraazzzz?! 

Dediğim gibi, başlangıçta rahatsız edici şeylerden bahsetmemin asıl sebebi, canını seven kaçsın diyeydi. Gayet yoğun bir gündeme sahip iken, bu dizi yüzünden, bir anda frene basmak zorunda kalmış biri olarak insanlık namına öncelikle herkese bi’ el aman vermek istemiştim. Verdim mi, verdim. Daha da kötüleyemem caanım diziyi, köprüden önce son çıkış, tüyen tüysün… 

Hintli Darcy & Elizabeth’i izliyoruz:

√ Fakir kızkardeşler: Bu dizide, kız kardeş sayısı ikidir. Tabii ki de bu kardeşlerin ikisi de birbirinden güzeldir. Kız kardeşlerden büyük olanı Payal (Jane’in dengi) saf, sessiz, kaderine razı ve içine kapanık iken; küçük kardeş Khushi (Elizabeth) ise yerinde duramayan, neşe saçan, şakacı, iyi dans/yemek/elişi yapan, becerikli, dikkat çekici, çenesi durdurulamayan, zeki ve tüm bunlara ek olarak sakarlıkta üstüne kimseyi tanımayan karakterde birisidir…

√ Zengin erkekler: Burada erkekler yakın dost değil, kuzendir. Ama Hint geleneklerinden ötürü kardeş gibidirler ve evlendikten sonra da (evlenmeden önce olduğu gibi) aynı konakta cümbür cemaat yaşamaktadırlar. Ve tabii ki erkeklerden en zengini olan Arnav (Darcy), erken yaşta anne babasını kaybetmiş yaralı bir mazisi olan, kaba, bencil, kibirli, gelenekleri reddeden, herkesin ürktüğü, dini hiç bir törene katılmayan, sinirlendiği zaman en yaşlısından en gencine herkesin korktuğu aşırı kuralcı biridir. Kardeşi gibi olan erkek kuzeni Akash (Bingley) ise, vur ensesine al lokmasını hesabı, anasının kuzusu hesabı, kuzeni Darcy’nin eğitimli finosu hesabı, evlensem de kızın bir dediğini iki etmesem hesabı biridir:)

√ Darcy’nin hasta kız kardeşi: Bu dizide Arnav’ın hasta ablası vardır. Abla (Anjali) hem fiziksel hem de psikolojik olarak zayıftır. Arnav, ablasına aşırı bağımlıdır; sinirinin, kural tanımamazlığının işlemediği tek kişi ablasıdır. Ablası evlidir. Anjali ve eşi de, cümbür cemaate dahil olarak konakta yaşamaktadırlar.

√ Darcy’nin kız kardeşinin eski nişanlısının, Elizabeth’e yanaşması: Dizide de durum böyledir; lakin daha afilli daha janjanlı bir durum söz konusudur! Bu ‘eski nişanlı’ karakteri (Wickham); dizide de, kitapta olduğu gibi;  görünüşünün tersine, yapmacıklığın, yalancılığın, ikiyüzlülüğün ve kötülüğün timsalidir ve Darcy’nin zıddıdır. Kitapta  yanlış anlamalara ve ayrılığa sebep olan bu konu, dizide de tüm yanlış anlamaların ve ayrılıkların ana sebebi olacaktır…

√ Darcy’nin Elizabeth’i istemeyen halası: Hindistan’daki geniş aile yapısına uygun olarak, bu öğeden, dizide bir değil 2-3 tane vardır:)

√ Darcy ile evlenmek istediği için entrika çeviren diğer kız: Ee elbette, olmaz mı hiç?! Hatta, sevimli olanı sevimsiz olanı gibi çeşitlerimiz bile mevcuttur:)

√ Jane ve Bingley’in evliliğinin, başkarakterler için, önce ayrılık sonra birliktelik vesilesi olması: Evet evet evet evet, aynen öyledir… Dizide; buna ek olarak, başroller arası nefretin zirveye çıktığı zaman dilimlerinde, Akash ve Payal’in evliliği kilit konumda duracaktır…

√ Jane’nin soğuk algınlığı vesilesiyle, başrollerin zorunlu olarak aynı evde kalması: Bu ve buna benzer pek çok olay aracılığıyla, başrollerimiz zorunlu olarak (hatta birbirlerinden nefret ettikleri zaman dilimlerinde bile) birarada  durmak zorunda kalacaklardır.

√ Darcy’nin kızkardeşinin Elizabeth’e olan sevgisi: Burada da Arnav’ın ablası Khushi’yi fazla fazla sevmektedir… Böyle görümce dostlar başına;)

√ At arabaları, uzun yürüyüş parkları, kabarık İngiliz elbiseleri: Bunlar yok. Bunların yerine; berbat Delhi trafiği, Arnav’ın beyaz jipi ve egzotik Hint elbiseleri var…

√ Olaylarının ilerlemesine ve dans sahnelerine vesile olan, balo ve partiler: Ailelerin koyu Hindu olmalarından mütevellit; mütemadiyen yapılan ayinler, şenlikler, festivaller, anma törenleri ve 1-2 hafta süren düğün törenleri bu meseleyi kökünden fazlasıyla halletmektedir.

√ Darcy ile Elizabeth’in zıtlık ve çatışmaları: Tıpkı kitaptaki gibi, küçük bir taşra çevresine mensup olan Khushi kendi kendini yetiştirmiş, oldukça zeki, nüktedan ve canlı bir yapıya sahiptir. Davranışları serbest ve dili de iğneleyicidir; lakin aynı zamanda iyi niyetli ve candan bir yaradılışa sahiptir ve bir hayli de gururludur. Tüm vaktini çınçınçın konuşarak ve çevresine yardım ederek geçirir. Hintli Darcy (Arnav) ise Khushi ile tamamen zıt yapıdadır; oldukça ciddi, gururlu ve kibirli olan bu genç adam, taşra kasabasından gelen insanlara ve Khushi’ye karşı fazlasıyla hor gören ve soğuk bir tutum takınmıştır her zaman. Arnav Hindistan’da var olan kast sistemine göre bir soyludur ve sınıfının değer yargılarını aşamadığı gibi sahip olduğu güç ve paranın her şeyin üstünde olduğuna inanmaktadır.

Austen, Aşk ve Gurur’da Elizabeth ve Darcy arasında gelişecek olan tutkulu aşkı zıtlıklar ve çatışmalar üzerine inşa eder. Dizide de, davranış ve karakter açısından olduğu kadar, ait oldukları toplumsal sınıf açısından da birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki insanın ilişkileri gurur ve önyargı yüzünden bir türlü yolunda gitmez; ancak en sonunda gerçekler ortaya çıktıkça ve ikisi de birbirleri hakkında peşin hükümlü olmakla yaptıkları yanlışları fark ettikçe bir araya gelebileceklerdir.

√ Elizabeth ve Darcy’nin kavuşmasıyla, kitabın anında sona ererek hevesimizin kursağımızda bırakılması: İşte tam bu noktada, dizi bizi adeta ihya etmektedir! Arnav ve Khushi’nin sadece kavuşmalarını değil; düğünlerini ve evliliklerini de izleyeceğizdir…

    

“Karşılaştırmalı masal anlatımı” kısmını henüz bitirmiş iken, diziyle ilgili olmazsa olmaz dediğim bir kaç noktaya daha parmak basmak istiyorum:

  • Arnav; gururlu, kibirli, taş kalpli ve önyargılı olması sebebiyle, Khushi’yi sevdikçe bu yeni duygularını gururuna yediremez ve öfkelenir. Bir süre, öfke tarafından ele geçirilmiş, devamlı Khushi’ye saldıran, zarar veren bir Arnav izleriz.   Lakin bu noktada Arnav gücü nispetinde kıza gerçekten zarar vermektedir (Kızı birinci katın camından aşağıya attı daha ne diyeyim!). İnsanların önünde Khushi’ye ettiği hakaretleri de değil Khushi, Khushi’nin on sülalesi gelse kaldıramazdı. Khushi de gururlu ve sivri dilli olunca bu ikilinin ciddi karakolluk olabilecek kavgalarına seyirci olduk. Ama kızı camdan aşağıya atsa bile, kızın parmağına iğne battığı zaman ortalığı ayağa kaldıran bir Arnav izlediğimiz için aşk ve gururun tek bünyede ki savaşını izliyorduk aslında. Arnav’ın Khushi’ye “Welcome to hell!” dediği sahneyi daha unutmadık… Bu kavgalar esnasında birbirlerine sıcak çay, kahve, temizlik kovası suyu fırlatmaları gibi şeyler artık işin en zararsız hali olmaktaydı:)

  • Tüm öfkesine ve  nefretine rağmen, Arnav’ın, zaman zaman Khushi’ye bakarken adeta “hattan düşmesi”; zaten kalbini dizginlemekte zorlanan Khushi’nin aklını iyice karıştırır. Arnav ve Khushi’nin bu ‘hattan düşme’ sahnelerini izlemelere doyamamaktayızdır;)

  • Arnav daha sonra Khushi’yi sevdiğini kabullense de, araya giren başka sebepler dolayısıyla kızdan nefret eder. Nefreti, her iki taraf için de, öfkesinden daha yıpratıcı olur.  Lakin Arnav, kıza olan nefretinden dolayı kızı duvardan duvara bile çalsa, kızdan ne bir santim uzak, ne de bir saniye ayrı kalabilmektedir.  Khushi’nin ‘pansumanını’da asla ihmal edemez…

  • Dizide ki komedi unsurunu götüren kişi Khushi’dir. Khushi yaramazlıklarını, acarlığını en ‘korktuğu’ sahnelerde bile elden bırakmaz. Taklit konusunda da hayli başarılıdır:) Khushi’nin, Arnav’ı uyuz etmek için, zırt pırt söylediği “Aaj mausam hai suhana” şarkısı da en sevdiklerimizdendir:)

  • Dizide, taş kalpli bir buzlar prensi olan Arnav’ın, Khushi’yi sevdikçe güzelleşmesi söz konusudur. Öyle ki, en nihayetinde bize “Ne kadar da güzel sevdi yahu…♥♥” dedirtecektir…

Sırasıyla:       “Öfkeli”,      “Hattan düşen”,        “Seven”,        “Çok seven” Arnav…

Bu kadar sözel bilgiden sonra artık görselliğin dibine vurabiliriz!:

  • 1) Benim hazırlamadığım, ama yaptığı videoya bakarak diziye aşık olduğunu düşündüğüm bir fanın hazırladığı, diziyi genel anlamda tanıtan başarılı bir video:

  • 2) Bu video bir kolaj çalışması değil! Direk olarak dizinin bir sahnesi! Ben bu sahneye aşığım! Bitiyorum bu sahneye yahu;) “Seni seviyorum demeden yapılan aşk itirafları” olayı vardır ya; işte bu sahne bu olayın kralıdır, ağa babasıdır:) “En iyi aşk itirafları” listeme ilk beşten giriş yapacağı kesin.  (SPOİLER BAŞI) Bu sahne Khushi’nin ablasının düğününden bir bölüm. Hint geleneklerine uygun olarak yapılan düğünde Khushi kızımız 4 performans sergileyecektir. Bu videoda ki de Khushi’nin üçüncü performansıdır. Khushi nasıl bir koreografi hazırladığını ablasına bile söylememiştir. Sahneye çıkıp da, Arnav’ın ev sahibi olduğu bir düğünde, Arnav’a meydan okuduğu anda düğünde bulunan hem kız tarafı hem de erkek tarafı şok olur! Ben de çok şaşırdım. Hatta ablası gibi ben de “Khushi yapma, kaşınma Khushi” dedim. Khushi, dans koreografisini, Arnav ile kendisi arasında geçen olaylarla süslemiş ve popüler bir şarkıya Arnav ile ilgili yeniden söz yazmıştır. Bugüne kadar değil güldüğü, gülümsediği bile nadir olarak görülmüş olan Arnav’ın ne kadar sinirleneceğini, başta ablası olmak üzere, herkes gerginlikle beklemektedir. Ben de gergin gergin izlerken, Khushi’nin “onu laptopuyla nişanlandırın” demesiyle kahkahayla kopmaya başladım. Arnav bi’ pislik çıkarmasa bari diye beklerken, Arnav’ın o taş kalbinin bile böyle bir itirafa dayanamayacağını görmüş olduk! 😉 Arnav, Khushi’nin bu gizli  itirafına, kızımızın dördüncü ve son performansına aniden müdahil olarak oldukça ‘şiddetli’ bir cevap verir. (SPOİLER SONU) Aşık olduğum bir sahne olduğu için daha kısa açıklama yazamazdım. Bekar ablam olsa düğününde böyle bir skandal patlatmak için kolları sıvardım yani sahnenin o derece hastası oldum! Ya da kendi düğünümde böyle  bir skandal organize etmeliyim! 😉 Zaten videoyu mütemadiyen izliyorum ve maalesef her izlediğimde bana yine aynı enerjiyi veriyor! Tükendim artık, bıksam da kurtulsam;)… Aşağıdaki video Türkçe altyazılı ama görüntü kalitesi düşük. Mimiklere yazık olmasın, altyazısız ama HD olarak da izleyeyim diyenler şurdan tıktık. Buyrun efendim sahne Khushi’nin:
  • 3) Bu videoda izleyeceğiniz sahne de dizide sevdiğim sahnelerden: İki dakikalık bir iş için konağa uğrayan Khushi, istemediği halde Arnav’la karşılaşır. Arnav’dan, köpeğe atsan yemeyeceği bir kamyon hakaret işiten Khushi, konaktan incinmiş şekilde çıkmaktadır. Arnav hakaretlerini tüm konak ahalisinin önünde etmiştir; lakin kimse Arnav’a gık diyemediği için, konak ahalisi şimdi Khushi’nin gönlünü almak istemektedir. Popüler bir film olan “The Dirty Picture” filminin en popüler şarkısını Khushi için canlandırırlar… (Biz olsak mezdeke açardık, Hintliler hemen bi’ klip çeviriverdiler ayak üstü.) Kadınlar, konağın altkatını eğlence mekanına çevirmiş iken, bu eğlenceli dans sahnesi, burnundan soluyan Arnav’ın ,”Evde bu ne gürültü!” diye homurdanarak altkata gelirken, Khushi’yi görünce ‘hattan düşmesiyle’ son bulur;)… Bu sahnede çalan şarkı da dinlemelere bıkamadığım, her seferinde aynı enerjiyi veren bir şarkı…

  • 4) Dizinin ünlü müziklerinden “Teri Meri” şarkısıyla hazırlanmış olan, biraz spoilerlı kolaj bir video:

Veda Notları:

>Youtube videolarını tekrar tekrar izlemekten diziye devam edemeyen biri haline gelmiş bulunmaktayım. Kendimi dizginlemesem 20 tane daha video eklerim ama burada duruyorum artık…

>Yazı uzun oldu zannımca… Ama yazının orjinal halinden ne kadar gif ve fotoğraf çıkardığımı, kaç paragraf sildiğimi bilseydiniz böyle demezdiniz… Hem bundan önce yayınladığım son yazının tarihi bir yıl önceyi gösterdiğine göre, bir senelik hakkımı toplu kullandım diyelim;)

>Eğer ben, içimdeki fangirlü adeta döverek susturmasaydım bu yazı çok daha uzun olurdu. İçimdeki fangirl her lafa girmeye kalktığında adeta kafasına vurarak uzaklaştırdım yazıdan; her seferinde “Bunları biz büyükler okuyacağız sen dur!” dedim. Şimdi odanın köşesinde ağlıyor içimdeki ergen;) Lakin içimdeki çocuk kadar içimdeki ergeni de beslemeyi kendime yol edinmiş biri olarak, arada ona da söz hakkı verdim tabii ki; ama attığı fangirl çığlıklarını, ağzının kulaklarına vardığı yerleri yazmadım. Diziyi izlerken içimde adeta baloncuk birikiyordu; çoğunu patlattım rahat ettim;)

>Şimdi gidip izlemediğim ilk 88 bölümü, sonra da kalan son 70 bölümü izleyeceğim. Yani başlangıçta uzun diye dırdır ettiğim diziye şimdilerde, bitmesin diye, takla attırıyorum…

>Nefertiti “Arnavlamak”tan bahsetmiş. Arnavlananlar; henüz arnavlanmayanları arnavlayabilecekleri gibi, çoktan arnavlanmış olan bizlerle de iletişime geçebilirler tabii ki;) Arnavlanan yada arnavlanmayan herkesi bekleriz… 😉

Dizi bittiği zaman isteseniz de istemeseniz de öğrenmiş olacağınız kelimeler: Hindistanın 2 tane resmi dili var; İngilizce ve Hintçe. O sebeple konuşurlarken cümlenin yarısı İngilizce yarısı Hintçe olan ortaya karışık bir konuşma dili kullanıyorlar. Hintçe’de (Arapça’dan kaynaklı) Türkçe’yle ortak olan pek çok kelime var; hatırlayabildiklerim şöyle: Nefret, muhabbet, aşk, beraber, çatı, perişan, lakin,v.b…  İngilizce olarak öğreneceğimiz yegane kalıp ise: What the! 😉 Eşantiyon: LaadGovernor!

Diziyi bir de biz görelim ama uğraştırma bizi diyorsanız: **EDİT** Nefertiti‘nin  ve Kore Delisi‘nin bloglarındaki yazılardan diziyle ilgili formal/informal bilgilere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
Lakin okuma yapmadan diziyi hemen izlemeye başlamak istiyorsanız 3 farklı siteden izleyebilirsiniz:
1) Yeppudaa sitesi (Çeviri devam ediyor.) (Üyelik gerekmiyor.)
2) BollwoodFanatikleri sitesi (Üyelik gerekiyor.)
3) Bollywoodtc sitesinden 1-84 arası, 85-159 arası (**EDİT** Bu site yayın hayatını sona erdirdi, lakin emekçileri anmak adına yinede hatıra olarak dursun burada 😀 RIP 😉 )

4) Kanal 7‘de “Bir Garip Aşk” ismiyle Türkçe dublajlı izlemek için TV’nizi de açabilirsiniz, internetten de izleyebilirsiniz. Bir Garip Aşk dizisini resmi sitesinden izlemek için buraya tıklayınız. (Dizi yayınlanmaya devam ediyor.)

Her iki sitedeki çevirmenler de farklı. Çevirmen konusunda titizseniz ikisini de deneyerek kendiniz bir sonuca gidebilirsiniz; lakin ben görüntü kalitesi faktörünü de ekleyerek bakınca yeppudaa’dan memnunun şimdilik…

**DEV GİBİ BİR EDİT**: Ben bu yazıyı yayımlayalı 2 yıl olmuş bile… 2 yılda köprünün altından ne sular aktı ne gemiler geçti tey tey tey… Bu süre zarfında Iss Pyaar Ko Kya Naam Doon dizisinin namı diyar diyar gezdi dolaştı da Türkiye’de de kendine ses buldu bile. IPKKND dizisi Türk kanallarında yayınlansın diye dizinin fanları evvelden epey etkinlik yapmışlardı zaten. Kendilerine direk müracaat edilmiş olmasa da bu uzaktan gelen RabbaaVeeee nidalarına kulak veren Türk kanalı KANAL7 olmuş. IPKKND dizisi, BİR GARİP AŞK ismi ile hafta içi her gün saat 16:00’da Kanal 7 de Türkçe dublajlı olarak 9 Kasım 2015 tarihi itibari ile yayınlanmaya başlamış bile. Diziyi Türkçe dublajlı takip etmek-izlemek isteyenler dizinin resmi sayfası için şuracıktan tıklayınız:) İyi seyirler Türkiye, haydi Rabbeve’niz bol ola…    

Ben dizinin aslını izlemiş biri olarak ve normalde de filmleri orjinal dillerinde izlemeyi seven biri olarak şahsen dublajlı halini takip etmeyeceğim. Amma velakin dizi Kanal 7 ekranlarında bildiğin HD yahu! Görünce gözlerim açıldı resmen 😀 IPKKND dizisinin sevdiğim sahnelerini HD olarak, hem de büyük ekranda, Bir Garip Aşk adı altında izlemeye elbette tavım 😉

**Dedikodu Editi**: “Dizi çok aldı yürüdü, önünü alamadık” diyen Hint yapımcılar diziye, dizinin orjinal oyuncularıyla, özel bir bölüm çekmektelermiş şu günlerde… Olur yani bence, çok da güzel olur 😀 😀 ❤ ❤

42 Yorum

Filed under Diziler yola çıktı geliyor..., Genel

KURT MASALI

poo

  • Bu bir film tanıtım yazısı değildir; ama okunduğu zaman maalesef, önlenemez bir şekilde, filmi tanıtmış olur.
  • Bu yazı filmin senaryosuyla ilgili spoiler içermez; ama bol bol duygusal spoiler içerir. (Yine de görsellere dikkat!)

Havanın sizi dışarı davet edecek ısı ve ışıklandırmada olmadığı bir gün… Zaten 11:oo sularında uyanarak günü iç etmişsiniz. Sırayla kardeşten,  anneden, babadan gelen “Ooo Toprak İşçisi nihayet uyanmışsın, biz seni…” diye başlayan esprileri, alayları, sataşmaları dinlemişsin. Kahvaltıydı, yüzünü yıkadındı kuruladındı derken saat olmuş 15:00. Sorumlulukların var, masaya oturup çalışman gerekiyor. Masaya oturduğun an, masa tam da karnından baskı uygulayarak seni itiyor, “Kalk git başımdan!” diyor. Kalkıp gazeteye yöneliyorsun  ama pazar günü olması sebebiyle gazetenin devamlı “ek doğurması”nı saçma bulup bu fikri bulanlara saydırıyorsun: “Ne yani, tüm pazar günümüzü sizi okumaya mı ayıracağız!” Gazeteleri de bırakıp kalkıp yürüyorsun ama daha ne yapacağına karar veremeden “ev bitiyor”. En nihayetinde canın sıkılıyor işte be kardeşim.

İşte canımın böylesi sıkıldığı bir günde izledim bu filmi. Ama bu sıkıntı bir ruh sıkıntısı değildi; sadece hayata dair sorumluluklarımı yerine getirmeden önce biraz neşemi bulmak istiyordum. Madem çalışacağım “önce yakıt” diyordum, “aç ayı oynamaz” diyordum, diyordum da diyordum…

Gidip abimi kontrol ediyorum bir kez daha -bazen çok eğlenceli olabilir kendisi-, ama onun depoda bolca yakıtı olmalı ki ekonomi raporları arasında çoktan kaybolmuş bile.

Odama geri dönünce bilgisayarıma bakıp “Hadi gel de efendine biraz masal anlat” diyorum.

Film izleme listemde ki sırada olan film “A Good Rain Knows”; ama filmin afişinin, oyuncularının “Bu Bir Romantikli Dramdır!” uyarısını net ve yoğun bir şekilde verdiğini görünce filmi hiç tıklamamış gibi yaparak bir sonraki filme bakıyorum: A Warewolf Boy.

süt

Nam-ı diğer: Süt

Konusuna bakıyorum: Kurt diyor, bıkkınlıkla püff diyorum; aşk diyor, aman ne yüce   deyip gözlerimi deviriyorum. Korku-komedi-aşk  zorlama/saçmalama senaryolarından  biri sanıyorum. Bir de filmin afişinde ki çocuğun bizim “Süt”(1) olduğunu fark edince “Daha neler, Süt’ten kurt mu olurmuş be” diye daha da yadsıyorum filmi. Zira alışmışız vampiri oynayan oyuncunun vampiri, kurdu oynayan oyuncunun da kurdu andırmasına… Yorumların birazını okuyunca izlemeye karar veriyorum; çünkü söylenenlerin ortak noktası bildiğimiz kurt-kız aşkı olmadığı yönünde…

Ve üstüme battaniyemi alıp, köşeme kıvrılıyorum; beynimin “masal dinleme” dalgalarını açıyor ve diğer dalgaları omurilik soğanıma doğru baskılıyorum… 

Film başlıyor…

Filmin afişi maalesef klişe olmaktan uzaklaşamamış.

Filmin afişi maalesef “klişe olmanın” tanımını yapıyor adeta.

Film biraz geçmişe biraz geleceğe giden kurgulu bir yapıda, ama hikayenin sırrını kurgulu filmlere özgü bir şekilde “Dur daha öküzün büyüğü ahırda duruyor!” diyerek bizi süründürmüyor. Paat diye “İşte öküzümüz bu!” deyiveriyor. Biz de heyecana, gerilime gark olmadan yavaş yavaş filme dahil oluyoruz.

  Kötü adam giriyor perdeye, kahramanımız hiç sevmiyor bu adamı, orası belli ama biz de hiç sevmiyoruz, tiksiniyoruz şahsın sıfatından da varlığından da! Gitse de gelmese! Ama masal bu, kötü kurt olmazsa büyükanneyi nasıl kurtaracak kırmızı başlıklı kız…

Kötü adamın perdeden çıktığı sahnelerde bizim Süt ile kahramanımız birlikte eğleniyorlar, bizde eğleniyoruz; gülüyorlar bizde gülüyoruz; dertleşiyorlar bizde dert almış kadar oluyoruz, nefret ediyorlar birilerinden bizde nefret ediyoruz onlarla birlikte!

Masal bu ya, mekan yok, zaman da yok! Ülke belli ama terk edilmiş bir köy… Zaman aralığı belli ama başlangıç noktası da sonu da belli değil zamanın… Zaten olması gereken de böylesi. Masal tam olarak; evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellâl iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken… minvalinde ilerliyor.

Sonrasında, alıştığımız fantastik holiyvud filmlerinden biliyoruz ki, kurt ile kız aşık olmalı… Kurt kıza yanlışlıkla zarar vermeli… Zaten bu  tarz hikayelerde ki aşkın üstünlüğü de her zaman aşkın imkansızlığından ileri gelirdi.

Ama beklenen olmuyor; aralarında güçlü bir sevgi bağı oluşuyor ama aşk değil bu, en azından aşk denilince akla ilk gelen şekliyle değil… Derin bir bağlılık var ama şehvetten yoksun… Süt kılığındaki kurdumuz, dostluğun kitabını masaldaki tüm insanlar için yeniden yazıyor sadece kız için değil.

        “Şu dünyada yüzde yüz saf aşk diye bir şey var mı? Aşk toplu bir kavramdır. Kişinin dış görünüşü, bilgi düzeyi, kalbi, karakteri… Bunlardan sadece birine aşık olunabilir mi? Aşk bunların hepsini içerir. Ama bu dile dökülmez insanlar tarafından, herkes sahip olduğu aşkın toplama değil de saf aşk olduğuna inanır…”(2)

İşte bu yüzden saf aşkın da, saf dostluğun da, saf bağlılığın da hayalini kuran insanoğlunun sözcüleri; kalkmış kuşu konuşturmuş insan ile… Sadakatin kitabını köpek ile yazmış masallarda… Saf aşkı insana yakıştıramadığından dolayı, kurdu insan kılığına sokup ona insanı insandan çok sevdirerek, bize kurttan insanlık hikayeleri dinletmiş; biz de adını fantastikli masal koymuşuz…

Fairy_taleBence, sonra holiyvud bozdu bu masalları, kurdun kuşun insan kılığına girip insanı sevmesini aldı “sex her zaman satar” ilkesiyle sardı sarmaladı. Bu filmin diğer “kurt-kuzu aşkı” konulu filmlerden ayrıldığı nokta da buralarda bir yerde… Kurt sevebileceği kadar seviyor ama bir kurdun yapabileceğinden fazlasını yapamıyor… Kız da tam olarak bir insandan beklenecek kadar seviyor; bir insandan beklenecek kadar fedakarlık gösteriyor; dostluğu da bağlılığı da vefası da bir insandan beklenecek kadar oluyor… Kız insanlığını aşıp da, yedi kat gökleri delerek, dünyanın düzenini değiştiren bir kahraman olarak hikayedeki yerine dönmüyor. Masal başlarken “insan” idi masal biter iken de “insan” olarak kalmaya devam ediyor…

Filmden, kurdun nasıl insan gibi göründüğünü açıklaması bekleniyor tabii ki. Masalcı amca, yine masal dünyasını sarsmadan bilimsel/siyasi/askeri açıklamaları verip konuyu kapatıyor. Onunla birlikte biz de konuyu kapatıyoruz, çünkü masal için yeterli bu açıklamalar. “Seyirciyi aptal yerine koymuşunuz gene” diye sinirlenmiyoruz…

A_Werewolf_Boy-0028Masal ilerlerken kız oğlana “keşke konuşsan” minvalinden bir şeyler söylüyor. Aa-a diye şaşırıyoruz, çünkü biz filmi bitirdik neredeyse ama Süt’ün konuşmadığını hiç fark etmedik. Hani ilk başta demiştik ya “Böyle süt tipliden kurt mu olurmuş”. Olunca böyle oluyormuş, süt gibi kurt oluyormuş, uysal mı uysal, ağzı var dili yok… Ama bizim Süt’ün oyunculuğunu değerlendiremeyeceğim, çünkü hikayeden bu kadar etkilenmiş iken tarafsız olmam söz konusu olamaz  bence. Ama kötü oynasaydı gözüme batardı herhalde.

Sonradan sonradan, kötü adam yanına daha fazla kötü adam alarak geri döner köye… Herkes sinirlenip gerginleşir ama yine de kimse olacakların önüne geçemez ve ilk olarak kız ağlamaya başlar. Kız ağlayınca kurt da ağlar… Kız ağlar kurt ağlar da masalın takipçisi nasıl ağ-la-maz! Gözyaşlarımız sel oldu aktı demeyeceğim, ama bayağı bir hırpaladı bu insan bünyemizi… Bir de “Kacima!(3)” kelimesi geçer ki bu sahnelerin birin de, boza üstü leblebi misali tuz biber olur acımızın üstüne…

Kacima!

Güldük, hüzünlendik, yaralandık, ağladık ve masalı bitirdik, artık tamamdır; çocuklar uyuyabilir; yetişkinler biraz daha kalıp sohbet edecek;))

Filmden geriye kalan detaylar:

  • – Kötü adam filmden vakitlice ayrıldı, misyonunu tamamladıktan sonra tekrar takrar hortlayıp da bizi sinir etmedi. Teşekkürler senarist; zira sinirlenmeden film bitirebilmek şu aralar nadir rastlanan bir durum oldu.
  • –  Film, ağlatan bir film olsa bile “Bu filmi izledikten sonra normal hayatınıza geri dönebilmek için 3-5 komedi filmi izlemeniz gerekir!” tarzı bir film değil. Yıpratmıyor, usulca anlatıp usulca uzaklaşıyor…t
  • – Filmin fragmanını bilerek koymadım; bence filmin sürprizlerini kaçıran ve yanlış beklentiler içine sokan bir fragman. Film izlenmediyse uzak durulmasında fayda var.
  • – Filmde bir “47 yıl” olayı var. 47 yıl sonra “yüzdeki taş izi”nin hala taze durması da kurdun masallara layık saf aşkını/acısını anlatan çok güzel bir detaydı.
  • – Filmin ilk karelerinde gözüken turuncu kazak detayı, insanoğlunun sevgisinin-bağlılığının ölçüsünü göstermek adına bence güzel bir örnek. Bu kadar işte, “seni bana hatırlatacak bir eşya gerek”, yoksa hatırlamayacaktı heralde zira nankör karı:( (Çocuklar yatmıştı değil mi; sövdüm lan ben o karıya bayaaa baya, yaşlı maşlı dinlemedim sövdüm, yine yapsın yine söverim 47 yıl neyyy lağğn!)
  • – Zamanın, tüm insanları ve mekanları değiştirdiği halde, saf sevginin sahibi olan Süt’ün sevgisine de kendisine de dokunmadığını görmek de yine çok naif bir detaydı.
  • – Sevgiyi “başının okşanması”yla öğrenen Süt’ün kendisinin de, sevgisini, oyun arkadaşlarına o şekilde göstermesi;)
  • – Filmin sonunu sevmeyenler oldu. Ama sonu güzeldi bize. Olması gerektiği gibi olması, masalın masal olarak kalmasını sağladı. Hikaye, duygu sömüren aşk hikayelerine dönüşmedi, gerçek kaldı. 
  • – “Mutlu biten hikayeler henüz sonlanmamış olanlardır, mutlu son yoktur.” sözünü çok severim, çok doğrudur. Bu masalın sonu da işte tam da bu bakımdan başka bir şekilde olamazdı. Hani filmi sevince “hiç bitmesin”e kapılırsınız ya, burada öyle olmuyor çünkü herkesi iç rahatlığıyla ait olduklara yerlere yolluyorsunuz. Ama “Bu filmin ikincisi çekilecek.” tarzı bir yollama değil bu, hikaye devam ediyor ama ne olacağını sen biliyorsun artık…
  • – Fantastik/Masal tarzı sevmem diyenlere: Hikayenin işleniş tarzı sıkmıyor, bilinen konuya değişik bir yaklaşım var. Ön yargılarınızı 10 dakika bastırsanız  yeter, gerisini film halleder zaten. (Bu filme de 10 dakikadan sonra devam edemiyorsanız, tarzınızdan bundan sonra hiç şaşmayın derim, sağlammışsınız.) 
  • – Duygusal anlamda çeşitlilik boldu filmde, tek bir aşk konusunda takılıp kalmadı. Film ana dedi, kardeş dedi, arkadaş dedi, komşu dedi, evlat dedi, torun dedi, vefa dedi…

Benden geriye kalan detaylar:

  • – Bence artık böyle “kacima!”lar denmesin. Demesinler öyle! “Kacima”yı öyle diyemezsin oğluuuum, çok üzülüyoruz bak biz burada! “Don’t go” felan deyin, o etkilemiyor.
  • – Bu bizim Süt’ü oğlu yerine koyan bir anne vardı filmde. Anneyi çok sevdik de, pek bir patakladı be oğlanı. Tamam sevdiğinden pataklıyor ammaaa içimiz kıyıldı gene de. O “Yaban”  be teyzem, ne bilsin dur hele…ana
  • – Filmde bir “kardan adam” olayı var. O masal bu masalla çok örtüşüyor, çok sevdim. Lakin; be vicdansız be insafsız, kardan adam yapıp da öyle gideydin, zira ne tutan vardı ne de kovalayan…
  • – Gerçek hayatta kurdu kuzuyu aşka getiremiyor olmamız hep “bekle beni, mutlaka geleceğim” mesajı veremiyor olmamızdan kaynaklanıyor. Hep ondan bak, kesin! Öyle bir mesaj verebilsek tarım sektörü de canlanırdı, aya da çıkardık. Dediydi dersiniz:) 
  • – Filmin bir yerlerinden alt mesaj olarak “yeterince beklersen/sabredersen aradığın kişi karşına çıkar, senin hazır olman önemli” mesajları esiyor. Benden üst mesaj: Ya bırak bu işleri ya! İnsan için olmaz o dediğin! Hem zaten 47 yıl olayına sinirden kudurmadığıma bakma sen, sonuçta en basitinden ölmüş olabilirdi ya hu! Ya ölseydi! Konuyla ilgili daha fazla açık vermemek için susuyorum yoksa daha da atarlanırdım ama neyse…
  • – Filmin gişesi Kore’de başarılı olmuş. Bir şey diyeceğim, dizisini yapsanıza.  Devam niteliğinde değil de, aynı hikayenin en baştan suyunu çıkarmak şeklinde. Yapmadığınız şey değil zaten kardişim, alışıksınız, sektörünüz böyle örneklerle dolu… (Eğer gaza gelip yaparsanız başrole SÜTü isterük haa, böyle biline!)
  • – Biz vefalı insanlarız vesselam; madem Süt’ün filmini beğendik, bundan sonraki adres Süt’ün son dizisi olan ve halihazırda övgüsünü hep duyduğumuz “Nice Guy” olacaktır. 😉 

Film bittiği zaman isteseniz de istemeseniz de öğrenmiş olacağınız üç kelime: kidariseyo, bogo, kacima.

Filmi bir de biz görelim ama uğraştırma bizi diyorsanız, en kısa yol: http://yeppudaa.com/showthread.php?t=48256

(1): Süt diye bahsedilen kişi Song Joong-Ki’dir. Adı bizim dilimize zor geldiğinden dolayı, yüzüne bakınca aklımıza “süt” kavramından başka bir şey gelmediğinden dolayı ve bütün bunların üstüne, kendi ülkesinde bir süt markasının reklamında oynadığını görmemizden dolayı ismi aramızda Süt olarak kaldı. Muhtemelen yaşı başı süt demeye uygun değildir, ama geçmiş olsun, biz onu artık süt olarak biliyoruz. (Süt lakabı benim tarafımdan verilmedi, üstüme almış gibi olmayayım, ilk kimden çıktı bilmiyorum, ama güzel lakap)

(2): Kim Ji Woon & Kim Jin Hee & Lee Hye Kyung’ dan alıntı.

(3): Kacima: Tabii ki de yanlış yazıyorumdur. Okunduğu gibi bile yazamıyorumdur. Duyduğum gibi yazıyorum:) Korece “gitme” demek.

4 Yorum

Filed under Filmler yola çıktı geliyor..., Genel